Main » 2011»August»4 » Alman-İngiliz ajanlarının Kürdistan notları
0:55 AM
Alman-İngiliz ajanlarının Kürdistan notları
Alman-İngiliz ajanlarının Kürdistan notları
Sedat ULUGANA / Konya - Anf
Güncellenme : 25.07.2011 14:10
Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Kürdistan, arkeolojik
kazılarda görevli Alman ve İngiliz ajanlarının cirit attığı bir alandı.
Gittikleri her bölgeyi karış karış gezen ajanlar arazi yapısını,
yerleşim yerlerini ayrıntılı bir şekilde rapor ediyordu. Bu raporlardan
bazıları Konya’da Yusuf Ağa Camii kütüphanesinde ilk kez ortaya çıktı.
1911,
Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan herkes için nispeten sakin geçen en
son yıldı. Gerçi imparatorluğun her köşesinde ayaklanmalar ve çatışmalar
başlamıştı ama bunlar gelecek yıllardaki olayların yanında oldukça
önemsiz sayılabilirdi. 700 yıldır üç kıtada hüküm süren bir devlet artık
son yıllarını yaşıyordu. Osmanlı tahtında tam 33 yıl oturmuş olan II.
Abdülhamid, 3 yıl önce devrilmiş ve yerine küçük kardeşi Mehmed Reşad
padişah olmuştu.
Arnavutların 1910 yılında başlattıkları ayaklanma bu yılın başlarında
binbir zorlukla bastırılmış, yılbaşında Yemen’de başlayan diğer
ayaklanma ise ciddi sıkıntılar yaratmıştı. Ortadoğu kaynıyordu. İtalya
ise sonbaharda Trablusgarp ve Bingazi’ye asker çıkartmış, bu topraklarda
savaş başlamıştı.
Casuslar cirit atıyor
Osmanlı İmparatorluğu’nda on yıl kadar önce, II. Abdülhamid döneminde
başlayan Alman nüfuzu etkisini arttırarak sürmekteydi ve devletin tüm
kurumlarını kuşatmıştı. Avrupa’nın diğer tüm ülkeleri tarafından izole
edilen Almanya, gözünü Ortadoğu ve Asya’ya dikmiş, buralarda yeni etki
alanları ve sömürgeler yaratabilmek için Osmanlı Devleti ile işbirliğine
girmişti. Bu durum ise, Avrupalılar tarafından izole edilmiş bir
imparatorluk olan Osmanlı için bulunmaz nimetti. Önceki padişah II.
Abdülhamidíin, Alman İmparatoru Wilhelm II ile dostluğunu
pekiştirmesinin ardından Bağdat Demiryolu inşaatı başlamıştı.
1911 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarında 8 arkeolojik kazı
vardı. Çarpıcı keşifler ve sansasyonel kazılar dönemi artık geride
kalmıştı. Eldeki malzeme toparlanıyor, restorasyonlar yapılıyor,
göreceli olarak daha bilimsel çalışılıyor, yeni ve farklı konular
araştırılıyordu. Arkeolojik kazılar elbette işin görünen kısmıydı. Asıl
misyonları istihbarattı.
Ünlü İngiliz casusu T. E. Lawrence 1911’da araya tüm tanıdıklarını
sokarak kazı başkanı İngiliz arkeolog David George Hogarth’ı razı etmiş
ve o yıl başlayacak olan Antep’teki Kargamış kazı heyetine dâhil
edilmişti.
Hogarth’ın Kargamış’ta olmadığı bir gün, diğer bir İngiliz casus
Gertrude Bell kazıyı ziyarete gelir. Bell, daha o yıllarda bile hem
İngiltere’de hem de Arap dünyasında tanınmış, düşüncelerine önem verilen
bir insandı. Çok zengin ve soylu bir aileye mensup olması ona Viktorya
döneminde kadınların giremediği birçok kapıyı açmıştı, Oxford mezunu idi
ve hem tüm İngiliz politikacıları ile hem de Arap şeyhleri ile yakın
dosttu.
Kürdistan’a seyahat
Orta
sınıfa mensup, yaşamı boyunca birçok isteğini ancak büyük mücadelelerle
elde etmiş ve önümüzdeki yıllarda da Ortadoğuída bulunabilmesi ancak bu
kazının devamına bağlı olan Lawrence için, Bell’in buradaki varlığı
ciddi bir tehditti. İki ayı aşkın bir süredir devam eden Kargamış
kazısında hemen hemen hiçbir şey bulunamadığı gibi Roma Dönemi’ne ait
birçok mimari buluntu, çizimleri bile yapılmadan kaldırılmıştı.
Gertrude Bell ise Kargamış’ı kazıdan önce, Şubat 1909’da da ziyaret
etmişti ve dolayısıyla kendi gözlemleriyle bile kazının gidişatı
hakkında yorum yapabilirdi.
Bu gerçekler karşısında kazı alanındaki Lawrence ve bir diğer İngiliz
ajanı olan Thompson bir anda paniğe kapılır. Her ikisi de Bell’in
buradaki gerçek durum hakkında British Museum’a yazacağı kısa bir notla
bile kazıyı durdurabilme gücünün olduğunu bilmektedir.
Bell, kazının gidişatı ile ilgili kaygılarını dile getirdiğinde ikisi
birden onu laf yağmuruna tutmuş ve ellerinden geldiğince iyi ağırlamaya
çalışmışlardı. Lawrence, Bell’in hem kendisinden, hem de bilgi
birikimlerinden ne denli etkilendiğini yazsa da, Bell’in aynı gün eve
yazdığı mektupta ve günlüğünde bu etkiyi hiçbir şekilde göremeyiz.
Bu kazının konuşulmayan ve yazılmayan sebeplerinden birisi de,
Almanların Bağdat Demiryolu inşaatını ve yöredeki Alman hareketliliğini
gözlemekti. İngilizlerin, Suriye ve Irak’ın kuzey bölgelerine yönelik
ilgisi ile, Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm II’nin Osmanlı Devleti ile
işbirliğine girerek doğuya uzanma politikası tam da bu yörede belirgin
bir güç çatışması haline dönmek üzereydi. Kürdistan, stratejik konumu
itibariyle çok mühimdi. Bu süreçte kendilerine arkeolog süsü veren
Lawrence ve Bell, Alman arkeologlarla beraber antik yerlerin keşfi için
Kürdistan’da bir seyahate çıktı.
İşin ironik tarafı şuydu: İngilizler Almanları arkeolog
zannediyorlardı. Almanlar da İngilizleri... İşin gerçeği şuydu ki her
iki taraf da arkeolog değildi. Hepsi de işinin ehli ajanlardı. Kürdistan
seyahatleri aylarca sürdü. Musulídan Van’a, Halep’e kadar gidildi. Hem
İngiliz casuslar Lawrence ve Bell hem de Almanlar, kendi dillerinde ayrı
notlar tuttular.
Bu notlar günümüzde dikkatlice incelendiğinde özellikle Kürdistan
yollarının ayrıntılı bilgileri vardır. Yolculuğun kaç saat çektiği,
ikmal noktaları, yol üzerindeki köylerin etnik ya da dinsel nitelikleri
mevcuttur. Güzergâhları gösteren 5 parça harita da ayrıca eklenmiştir.
Bu Almanca notlara ulaşan dönemin Osmanlı istihbaratçılarından,
Karargâh-ı Umumi istihbarat şubesinden Yüzbaşı Yusuf Rıza tarafından
Osmanlıca’ya çevirdi. Bu çeviriyi bir fasikül şeklinde Konya Yusuf Ağa
Camii kütüphanesinde buldum. Arap harflerinden, Latin harflerine
çevirdim. Sonra da ekleme ya da çıkarma yapmadan Osmanlıca’dan günümüz
Türkçesi’ne çevirdim. Bu raporlardan bazı notlar şöyle:
Musul’dan Van’a
"Musul-Van yolu ancak 16 günde kat edilebiliyor.yol genellikle kuzeye
doğru olup ,yolun son kısmını Zap Nehri’nin yukarısı teşkil eder...
Musul’dan İmadiye’ye kadar sadece Kürtlerin olduğu arazi oldukça dağlık
olsa da dik ve yalçın kayalıklar yoktur. Vadiler az eğilimli ve ekilmiş
tarlalarla doludur. Yamaçları ise meşe vb ağaçlarla doludur.
Nasturilerin bulunduğu bölge ise genellikle dağlıktır. Vahşi akışlı ve
dar vadilerden dökülen dereler, düzlüklerde ev ve köy inşa etmeye izin
vermez. Bu nedenle bütün köyler dik yamaçlarda kademevari bir şekilde
inşa edilmiştir...
İmadiya-Çölemerik
İmadiye’den
çıkılır çıkılmaz bir geçidi takip eden yol, üç saat sonra 1800 metre
yüksekliğindeki tepelerden geçerek, büyük bir ihtimal ilk insanların
zamanında oyulmuş büyük bir kaya oyuğundan geçer.
Bade-i Şapur nehrine dökülen iki küçük nehirden geçtikten sonra Hayze
ve Merak Heci adında iki Yezidi köyünden geçtik. Her iki köy de
Turargarga sırtlarından dökülen iki kaynak suyunun kenarlarında
kurulmuştur. Keşişin evi, yamacın yukarısındaki çukurda inşa edilmiş
olan mabedin yanındadır. Kervanlar bu evin önündeki meydandan geçerler.
Çölemerik’ten Van’a
Çölemerik’ten kuzeye doğru bir günlük yürüyüş esnasında 3-4 saat sonra
Kochan köyüne ulaşılır. Bu köy Nasturi köyüdür. Nasturilerin dini ve
siyasi reisleri olan büyük patrikleri Maris Şimon bu köyde kalır.
Buradan itibaren Zap Vadisi, hoş güzel ormanlar, sürülmüş tarlalar
görülmeye değer manzaralar oluşturur.
Kochan köyünün arkasında yol, yine yokuşa doğru iner. Ve en sonunda
Çayla ve Çarçaylabak denilen tepelerin eteklerindeki yayladan geçilir ki
bu yayla, Çölemerik ahalisinin yazın kaldığı yayladır. En yüksek
yerleri 3000 metre yüksekliğinde olan Harafat dağlarını aşmadan önce
yolun bir kenarına kamp kurduk. Geceyi burada geçirdik. Sabah kalkıp,
yüksek tepelerin oldukça düz ve çayırlık olan tahminen 6-7 kilometre
olan yolda yürüyerek ve sağ taraftaki birkaç fakir Kürt köyünü geçerek
Başkale’ye geldik.
Fırat’tan Halep’e
Saat 5.30’da batıya doğru hareket ettik. 15 dakika sonra tekrar nehir
yatağını takip ederek 2 saat kadar ilerledik. Genel istikametimiz batı
ve güneybatıydı. Sağda sıralanmış tepeler vardı. Bu tepelerden Tel
Yelebus görünüyordu. Hiçbir tarafta tek bir insan bile yoktu. Biraz
ilerledikten sonra Fırat nehri taraflarında sadece birkaç çadır
görünüyordu... Biraz sonra Rakka-Meskina araba yoluyla karşılaştık