Cizre hükümdarlarından Mir Abdullah'ın
oğlu Mir Zeynuddin zamanında (854 Hicri, 1451/1451 Miladi) yıllarında olay
meydana gelmiştir. Kürt şairi, bilgini olan Ehmedê Xanî tarafından yazılmış
ve 1695 yıllında tamamlanmıştır. Bu bu eserin hangi tarıhte yazılmış olduğu
hakkında hiçbir belge yoktur. 1690 yılında yazmaya başladığı
söylenmektedir. Xanî'nin, hangi tarihte doğup hangi tarihte vefat ettiği
hakkında da kesin bilgiler mevcut değil. Buna rağmen Xanî'nin (1651/52) yılında
Hakkârî bölgesinde bulunan Xân köyünde dünyaya geldiği ve ismini buradan aldığı
yargısı güçlüdür. Ehmedê Xanî, Kürt edebiyatına can verenlerin başında
gelmektedir. Ve Kürt halkına birçok eser armağan etmiştir. Bu eserlenden biri
(şaheseri) olan Mem û Zîn'dir.
Ahmedê Xanî, bu olaydan yaklaşık olarak
240 yıl sonra Cizre'ye gelmiş ve eserini yazmıştır. Bu ölümsüz eser hakkında
günümüze kadar onlanca inceleme kitabı ve yüzlerce makale yayınlanmış,
konferanslar düzenlenmiş, tartışmalar yapılmıştır. Bir eseri üzerine bunca şey
yapılmışken, Ehmedê Xanî'yi anlatmak ve bir kaç sayfaya sığdırmak elbette ki
mümkün değildir. Onun için ben de Xanî'nin 'Mem û Zîn' adlı ölümsüz eserinde
birazcıkta olsa bahsetmeye (tanıtmaya çalışacağım desem daha doğru olur.)
çalışacağım.
Cizre Beyi, Mir Zeynuddin'in Zîn ve Sitî adlarında iki tane
bacısı vardı.
Zîn, beyaz tenli, beyin can ciğeriydi. Bey onu çok severdi.
Sitî ise esmer, selvi boylu biriydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu.
Hikâyenin ana kahramanı Mem ise Tacdin'in manevi kardeşi ve dostuydu. Botan
bölgesinde baharın müjdecisi olan Mart ayında (21 Mart Newroz), eğlence ve
bayram günlerinde çoluk - çocuk bütün Cizre halkı kırlara çıkar
süslenirlerdi.
İşte böyle bir günde Mem ile Tacdin kendilerine kızlar
gibi süs verip ve kıyafet değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına
vardıklarında erkek kıyafetli iki kişiyi görürler. (onlar Sitî ile Zîn'di)
Onları görür görmez ikiside yere düşüp bayıldılar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli
iki erkeği iyice süzerek onlar sezmeden kendi yüzeklerini onların
parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem ile Tacdin ayıldıklarında
kendilerinin bezgin ve sersem onlduklarını görürler. Bu esnada Tacdin Mem'in
parmağında, üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder, Tacdin Mem'ın parmağına
doğru elini uzatınca Mem de onun parmağında bulunan pana biçilmez ve üzerinde
Sitî yazılmış olan yüzüğü görür. İkiside Sîti ve Zîn'in ne yapmış
olduklarını anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun'a anlatırlar.
Dadıları bir hekim kılığına girerek hasta olan Mem ve Tacdin'in yanına varıp,
Sitî ve Zîn'inde onlar gibi yandığını söyler ve yüzükleri geri ister. Tacdin
yüzüğü geri verir. Fakat Mem 'bununla yaşıyorum' diyerek yüzüğü vermez. Mem
ile Tacdin kalkıp arkadaşlarına durumu anlatırlar. Bunun üzerine Tacdin için
Cizre'nin önde gelenleri Cizre Bey'inden Sitî'yi Tacdine isterlerler. Bey,
Tacdin'e Sitî'yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı
olmayıp İran'ın bir köyünden (Merguverli) olan Beko, Bey'in
kapıcısıdır. Tacdin Beko'yu hiç sevmez. Bey'e kaç sefer bu adamın kapıcılığa
layık olmadığı söyler fakat bey: 'değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler
de kapıcıdırlar' der. Beko, Bey'in Zîn'i Mem'e vermemesi için 'Efendim,
Tacdin kendi tarafından Zîn'i Mem'e vermiş.' Bunun üzerine kızan Bey, 'and
içerim ki; Zîn'i eş olarak Mem'e vermeyeceğim' der. Bey'in ava çıktığı bir günde
Mem Zîn'i görmek için bahçeye girer. Mem'i gören Zîn birden yıkılıverir yere.
Bu sırada Mem onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:
'Ey
gul.. Eger tu nazenînî, / 'Ey gül.. Gerçi sen de nazeninsin, Kengê tu ji
rengê ruyê Zîn'î / Sen nerde, Zin'in yüzünün rengi nerde? Ey sınbıl.. Eger
heyî tu xweş bû, / Ey sünbül.. Gerçi senin güzel kokan var, Reyhan ji te
bûyîne sîyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş. Hun ne ji mîsalê zilfe
yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz. Hun her du fızûl û he
zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz. Ey bılbıl.. Eger tu ehlê halî / Ey
bülbül.. Gerçi sen de aşk adamısın, Perwanyê şem'ê werdê alî, / Kırmızı gül
mumunun pervanesisin. Zîn'a me ji sorgula te geştir / Benim Zîn'im senin
kırımızı gülünden daha şendir. Bext'ê me ji talıê te reştir' / Benim bahtım
da senin talihinden daha karadır.'
Mem bunu söyledikten sonra Zîn'i görür
ve oda orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem'i bir abaya sarılmış bir
şekilde bahçede görür. Mem 'Beyim, biliyorsunuz ben hastayım canım sıkıldı
gezeyim derken sonra kendimi burda buldum'der. Bey'in yanında bulunan Tacdin
abanın altında Zîn'in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey'i ikna
ederek divana doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden
çıkararak, evi ateşe verir. Böylece Mem ile Zîn'in kurtuluşu için Tacdin
evini feda eder. Emsali görünmemiş bir dostluk örneğini sergiler. Beko'nun
oyunlarıyla beyle satranç oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu
alır. Beko Mem'in iyi oynadığını görünce Mem'in yönünü Zîn'e doğru çevirir.
Zîn'i görüp hayallere dalan Mem, Bey'e yenilir. Sevgilisinin Zîn olduğunu
öğrenen bey Mem'in zindana atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn'in
hasretine dayanamayıp ölür. Mem'in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin
Beko'yu görüp öldürür.
Beko'nun öldüğünü gören Zîn, bakın hakkında ne
düşünüyor:
'Ey şah û wezirê izz-û temkin.. / 'Ey izz ve temkinli şah ve
vezir.. Ez hêvî dikim ne kin înadê / Rica ediyorum inatetmeyiniz, Der
heqqê vi menbeê fesadê / Bu fesat kaynağı hakkında. Lewra ku xwedanê ins û
canan / Çünkü insanlar ve cinlerin Allahın, Wi xaliqe erd û asimanan, / Yer
ve göklerin yaratıcısı, Roja ewî hubbe da hebîban / Sevgiyi, sevgilileri
verdiği gün, Hıngê ewî buxzê da raqiban / O zaman buğzu da rakiblere
verdi. ... / ... Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim
için dikendir Em gencîn û ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için
yılandır. Gul hıfz-ı di bin bi nûkê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla
korunur, Gencîne xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla
beslenir. ... ... Ger ew ne bûya di nêv me hail / Eğer o olmasaydı
aramızda engel, Işqa me di bû betal û zail' / Aşkımız da buzulur ve zail
olurdu.'
Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de
bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır. Diyen Zîn, Mem'in mezarının başında
devamlı ağlayarak şöyle der:
'Ey vücudumun ve canımın mülkümün
sahibi, Ben bahçeyim, sen de bahçıvan Senin bahçen sahipsizdir Sen
olamazsan onlar neye yarar Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir. Zülfümü tel
tel çekeyim Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün En iyi hepsi
yerinde kalsın Hakk'a emanetim teslim ediyim.'
Diyerek yapıştığı
Mem'in mezar taşında canını verir. Bey, Zîn'i gömmek için Mem'in mezarını
açtırarak Zîn'i sarktığı esnada şöyle seslenir:
'Memo.. Al sana yar..
der.
Xanî, bu aşk hikâyesini, Kürt halkı arasında oldukça yaygın olan ve
sözlü gelenek yoluyla yüzyıllarca dilden, dile dolaşan 'Memê Alan Destanı''ından
esinlenerek yazmıştır. Mitolojik bir nitelik kazanan bu destan M.Ö.'den bu
yana halk arasında, daha çok 'dengbêj' 'ler tarafından ve özellikle uzun kış
gecelerinde ard arda uzayıp giden gecelerde manzum ve bazen de anlatıcı durup
mensur (hikaye edici bir dille) a nlatırdı. Uzun soluklu bu dengbêjleri, halk
âdeta büyülenmiş bir şekilde ve kendinden geçercesine saatlerce dinler ve onu
takip eden gecelerde hikâyenin sonunu büyük bir sabırsızlık ve merakla
beklerdi. Halkın ilgisini göre anlatıcısı da hikâyenin kısa veya uzunluğunu
belirler. Xanî, 'Mem û Zîn' ' i XVII. Yüzyılın sonlarında yazmıştır. O
dönemde yazılmış olan bütün eserlerde Arapça ve Farsça'nın etkisi altında kalıp
bu dillerden kelimeler mevcuttur. (Bu Divan Edebiyatı'nın da bir özelliğidi.)
Bunda dolayıdır ki bu Mem û Zîn'de de bu etkiyi görebilmek mümkündür. Buna
rağmen bu eser, Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatıdır. Xanî'nin,
'Kurmancım, kûh-î kenarî ' (Kürdüm, dağlıyım, kenardanım) deyişi, sanırım
birçok sorunun cevabı niteliğindedir. Bu eser, ilk olarak Ahmed Faîk tarafından
(1143 hicri-1730 miladî) yılında Azeri Türkçesine çevrilmiştir. Sırrı
Dadaşbilge, 1969 yılında nesre çevirip, beyitlerini sadeleştirmiştir. 42 yaprak
83 sayfadan meydana gelmiş bu çevirinin ilk sayfası zayidir. Faîk, Ehmedê
Xanî'den 35 yıl sonra çeviri yapmıştır. İki ayrı yerden kendisinden bahsetmekte
olan Faîk ayrıca gazellerin son beyitlerinde mahlaz kullanmıştır. İkinci
olarak Abdulaziz Halis Çıkıntaş 1906 yılında Türkçeye çevirmiştir. Fakat kitap
bir türlü basılamaz. Arapça, Fransızca, Almanca, Rusça başta olmak üzere
birçok dile çevrisi yapılmıştır. 1968 yılında M.Emin Bozarslan tarafından
Türkçeye çevirilmiştir. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliyet gibi Mem û Zîn'de
dünyanın ölümsüz edebi eserleri arasında yerini almıştır. Ve yine bu eserlerdeki
gibi Mem û Zîn'de de beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk
etrafında Xanî, çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde
tasvir etmiş, bölge (Botan bölgesi)'nın törelerini, bayramlarını (Burada
Newroz bayra**nın yeri oldukça önemli...), bayramlarla birlikte av
partilerini, kır eğlencelerini kısacası halkın bütün yaşantı tarzlarını
görebilmek mümkündür. Aşk unsurunun yanında, dağlardan (Cudi, Tura 'Tur dağı'),
sulardan (Özellikle Dicle nehrini), ağaçlardan, hayvanlardan, kuşlardan
(Bülbülün önemi büyük), bitkilerden (Bülbülle bağlantılı olarak gül'den ),
renklerden, kokulardan sık sık bahsetmekte bunları okuyucunun zihninde
canlandırıp adete gözler önüne sermektedir:
MEM BI DÎCLE'RA DI BEYÎVE /
MEM'IN DİCLE'YE SESLENİŞİ
'Ey Şıbhetê eşkê min rewane.. / 'Ey benim
gözyaşlarım gibi dökülen nehir.. Be Sebr û Sıkünî aşiqane / Ey âşıklar gibi
sabırsız ve sükûnetsiz nehir.. Bê Sebr û Qerar û bê Sıkûnî / Sabırsız,
karasız ve sükûnetsizsin, Yan Şıbhetê min tu ji cinûnî? / Yoksa benim gibi
sen de deli misin? Qet nine jibo tera qerarek / Senin için hiçbir karar
kılmak yok, Xalıb di dilê tedaye yarek.' / Galiba senin gönlünde de bir yar
var.'
Dicle'ye seslenen Mem'in onunda kendisi gibi sabırsız ve sükünetsiz
bir âşık olduğunu döktüğü gözyaşlarını da Dicle'nin suyunu benzetmesi, Dicle'yi
kendisi gibi deli, aşık görmesi bunların her biri Mem'in kendi vasıflarını Dicle
nehrine de yüklemesi ile, böyle bir bağlantı kurmuştur. Dicle suyu gibi
Mem'in dağa ve rüzgara karşı seslenişi;Zîn'in de muma kamlara ve pervaneye
seslenişi bunların her biri bahtsız olan Mem ve Zîn'in içinde bulundukları
çaresizleği anlatır.
ZÎN BI FINDÊRA DI BEYÎVE / ZÎN MUMA
SESLENİYOR
'Ey henser û hemnişîn û hemraz / 'Ey sır ve oturma arkadaş,
baş arkadaşım.. Herçendi bî sohtinê wekî min / Gerçi yanmak yönünden benim
gibi sin sen, Emma ne bî gotinê wekî min / Fakat konuşmak yönünden benim gibi
değilsin. Ger şibhetê min te jî bî gota / Eğer sen de benim gibi
söyleseydin Dê min bî xwe dil qewî ne sohta.' / Benim de gönlüm fazla
yanmazdı.'
Zîn bir sohbet arkadaşı aramakta ve derdini muma yanmaktadır.
Xanî, aynı zamanda hikâyede ateşin önemine, kutsallığı da deyinmiş: Mem, Zîn'le
beyin bahçesinde buluşuyorken bey, av partisinden döner beyin döndüğünü gören
Tacdin, Mem'i kurtarabilmek için evini ateşe verir. Burada ateş kurtarıcı bir
görev almaktıdır. Diyebiliriz ki Xanî, Zedüştlük inancının düalizminden
etkilenmiştir. Zerdüşt dininde düalizm (iyi-kötü, aydınlık-karanlık) var. Mem û
Zîn'de de ikili sistem esas alınır. 'Kötünün bilinmediği yerde iyiyi tarif
edemezsin. Her şey zıddı ile izah edilir.' İyiliği ve aydınlığı Mem û Zîn;
kötülüğü ve karanlığı ise Beko'ya veren Xanî, aynı zamanda ay ile güneş, ateş
ile su, kadın ile erkek, melek ile iblis gibi ikili temaları oldukça işlemiştir.
Bununla birlikte dönemin yönetimini elinde tutanları, gericiliği, zalimleri,
kötü niyetli kimseleri yermiş, haksız düzene karşı âdeta isyan bayraklarını
göklere çekmiştir. Haksızlığa ve feodal düzene karşı cephe alan Xanî, haksızlığa
uğrayanların, yoksulların ve çarezilerin yanında yer almış. Kötülüğü,
ikiyüzlülüğü fitne ve fesatçılığı yine dalkavukluğu Bekir (Beko)'de; doğruluğu,
iyiliği, suçsuzluğu, güzeli ve çaresizliği de Mem ve Zîn'de toplamıştır. Fakat,
bu âşkın büyüklüğüne ve ölümsüzlüğüne en büyük katkıyı sağlamış olan Beko'dur.
Evet, yaşadıkları sürece kendilerine cefa çektiren onların kavuşamamaları için
her türlü fitne ve fesatlığa başvuran Beko, bu aşkın edebîleşmesinde büyük rol
oynamıştır. Mem ve Zîn'in ölümünden sonra Bey Beko'nun söylediklerine kulak
verdiği için pişmanlık duyar, fakat iş işten geçmiştir. Onlar ebedî mutluluğa
erdiler. Aşk Botanda ebedileşti, aşk MEM Û ZÎN'de ölümsüzleşti.
Cizre
hükümdarlarından Mir Abdullah'ın oğlu Mir Zeynuddin zamanında (854 Hicri,
1451/1451 Miladi) yıllarında olay meydana gelmiştir. Kürt şairi, bilgini olan
Ehmedê Xanî tarafından yazılmış ve 1695 yıllında tamamlanmıştır. Bu bu eserin
hangi tarıhte yazılmış olduğu hakkında hiçbir belge yoktur. 1690 yılında yazmaya
başladığı söylenmektedir. Xanî'nin, hangi tarihte doğup hangi tarihte vefat
ettiği hakkında da kesin bilgiler mevcut değil. Buna rağmen Xanî'nin (1651/52)
yılında Hakkârî bölgesinde bulunan Xân köyünde dünyaya geldiği ve ismini buradan
aldığı yargısı güçlüdür. Ehmedê Xanî, Kürt edebiyatına can verenlerin başında
gelmektedir. Ve Kürt halkına birçok eser armağan etmiştir. Bu eserlenden biri
(şaheseri) olan Mem û Zîn'dir.
Ahmedê Xanî, bu olaydan yaklaşık olarak
240 yıl sonra Cizre'ye gelmiş ve eserini yazmıştır. Bu ölümsüz eser hakkında
günümüze kadar onlanca inceleme kitabı ve yüzlerce makale yayınlanmış,
konferanslar düzenlenmiş, tartışmalar yapılmıştır. Bir eseri üzerine bunca şey
yapılmışken, Ehmedê Xanî'yi anlatmak ve bir kaç sayfaya sığdırmak elbette ki
mümkün değildir. Onun için ben de Xanî'nin 'Mem û Zîn' adlı ölümsüz eserinde
birazcıkta olsa bahsetmeye (tanıtmaya çalışacağım desem daha doğru olur.)
çalışacağım.
Cizre Beyi, Mir Zeynuddin'in Zîn ve Sitî adlarında iki tane
bacısı vardı.
Zîn, beyaz tenli, beyin can ciğeriydi. Bey onu çok severdi.
Sitî ise esmer, selvi boylu biriydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu.
Hikâyenin ana kahramanı Mem ise Tacdin'in manevi kardeşi ve dostuydu. Botan
bölgesinde baharın müjdecisi olan Mart ayında (21 Mart Newroz), eğlence ve
bayram günlerinde çoluk - çocuk bütün Cizre halkı kırlara çıkar
süslenirlerdi.
İşte böyle bir günde Mem ile Tacdin kendilerine kızlar
gibi süs verip ve kıyafet değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına
vardıklarında erkek kıyafetli iki kişiyi görürler. (onlar Sitî ile Zîn'di)
Onları görür görmez ikiside yere düşüp bayıldılar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli
iki erkeği iyice süzerek onlar sezmeden kendi yüzeklerini onların
parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem ile Tacdin ayıldıklarında
kendilerinin bezgin ve sersem onlduklarını görürler. Bu esnada Tacdin Mem'in
parmağında, üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder, Tacdin Mem'ın parmağına
doğru elini uzatınca Mem de onun parmağında bulunan pana biçilmez ve üzerinde
Sitî yazılmış olan yüzüğü görür. İkiside Sîti ve Zîn'in ne yapmış
olduklarını anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun'a anlatırlar.
Dadıları bir hekim kılığına girerek hasta olan Mem ve Tacdin'in yanına varıp,
Sitî ve Zîn'inde onlar gibi yandığını söyler ve yüzükleri geri ister. Tacdin
yüzüğü geri verir. Fakat Mem 'bununla yaşıyorum' diyerek yüzüğü vermez. Mem
ile Tacdin kalkıp arkadaşlarına durumu anlatırlar. Bunun üzerine Tacdin için
Cizre'nin önde gelenleri Cizre Bey'inden Sitî'yi Tacdine isterlerler. Bey,
Tacdin'e Sitî'yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı
olmayıp İran'ın bir köyünden (Merguverli) olan Beko, Bey'in
kapıcısıdır. Tacdin Beko'yu hiç sevmez. Bey'e kaç sefer bu adamın kapıcılığa
layık olmadığı söyler fakat bey: 'değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler
de kapıcıdırlar' der. Beko, Bey'in Zîn'i Mem'e vermemesi için 'Efendim,
Tacdin kendi tarafından Zîn'i Mem'e vermiş.' Bunun üzerine kızan Bey, 'and
içerim ki; Zîn'i eş olarak Mem'e vermeyeceğim' der. Bey'in ava çıktığı bir günde
Mem Zîn'i görmek için bahçeye girer. Mem'i gören Zîn birden yıkılıverir yere.
Bu sırada Mem onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:
'Ey
gul.. Eger tu nazenînî, / 'Ey gül.. Gerçi sen de nazeninsin, Kengê tu ji
rengê ruyê Zîn'î / Sen nerde, Zin'in yüzünün rengi nerde? Ey sınbıl.. Eger
heyî tu xweş bû, / Ey sünbül.. Gerçi senin güzel kokan var, Reyhan ji te
bûyîne sîyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş. Hun ne ji mîsalê zilfe
yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz. Hun her du fızûl û he
zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz. Ey bılbıl.. Eger tu ehlê halî / Ey
bülbül.. Gerçi sen de aşk adamısın, Perwanyê şem'ê werdê alî, / Kırmızı gül
mumunun pervanesisin. Zîn'a me ji sorgula te geştir / Benim Zîn'im senin
kırımızı gülünden daha şendir. Bext'ê me ji talıê te reştir' / Benim bahtım
da senin talihinden daha karadır.'
Mem bunu söyledikten sonra Zîn'i görür
ve oda orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem'i bir abaya sarılmış bir
şekilde bahçede görür. Mem 'Beyim, biliyorsunuz ben hastayım canım sıkıldı
gezeyim derken sonra kendimi burda buldum'der. Bey'in yanında bulunan Tacdin
abanın altında Zîn'in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey'i ikna
ederek divana doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden
çıkararak, evi ateşe verir. Böylece Mem ile Zîn'in kurtuluşu için Tacdin
evini feda eder. Emsali görünmemiş bir dostluk örneğini sergiler. Beko'nun
oyunlarıyla beyle satranç oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu
alır. Beko Mem'in iyi oynadığını görünce Mem'in yönünü Zîn'e doğru çevirir.
Zîn'i görüp hayallere dalan Mem, Bey'e yenilir. Sevgilisinin Zîn olduğunu
öğrenen bey Mem'in zindana atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn'in
hasretine dayanamayıp ölür. Mem'in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin
Beko'yu görüp öldürür.
Beko'nun öldüğünü gören Zîn, bakın hakkında ne
düşünüyor:
'Ey şah û wezirê izz-û temkin.. / 'Ey izz ve temkinli şah ve
vezir.. Ez hêvî dikim ne kin înadê / Rica ediyorum inatetmeyiniz, Der
heqqê vi menbeê fesadê / Bu fesat kaynağı hakkında. Lewra ku xwedanê ins û
canan / Çünkü insanlar ve cinlerin Allahın, Wi xaliqe erd û asimanan, / Yer
ve göklerin yaratıcısı, Roja ewî hubbe da hebîban / Sevgiyi, sevgilileri
verdiği gün, Hıngê ewî buxzê da raqiban / O zaman buğzu da rakiblere
verdi. ... / ... Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim
için dikendir Em gencîn û ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için
yılandır. Gul hıfz-ı di bin bi nûkê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla
korunur, Gencîne xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla
beslenir. ... ... Ger ew ne bûya di nêv me hail / Eğer o olmasaydı
aramızda engel, Işqa me di bû betal û zail' / Aşkımız da buzulur ve zail
olurdu.'
Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de
bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır. Diyen Zîn, Mem'in mezarının başında
devamlı ağlayarak şöyle der:
'Ey vücudumun ve canımın mülkümün
sahibi, Ben bahçeyim, sen de bahçıvan Senin bahçen sahipsizdir Sen
olamazsan onlar neye yarar Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir. Zülfümü tel
tel çekeyim Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün En iyi hepsi
yerinde kalsın Hakk'a emanetim teslim ediyim.'
Diyerek yapıştığı
Mem'in mezar taşında canını verir. Bey, Zîn'i gömmek için Mem'in mezarını
açtırarak Zîn'i sarktığı esnada şöyle seslenir:
'Memo.. Al sana yar..
der.
Xanî, bu aşk hikâyesini, Kürt halkı arasında oldukça yaygın olan ve
sözlü gelenek yoluyla yüzyıllarca dilden, dile dolaşan 'Memê Alan Destanı''ından
esinlenerek yazmıştır. Mitolojik bir nitelik kazanan bu destan M.Ö.'den bu
yana halk arasında, daha çok 'dengbêj' 'ler tarafından ve özellikle uzun kış
gecelerinde ard arda uzayıp giden gecelerde manzum ve bazen de anlatıcı durup
mensur (hikaye edici bir dille) a nlatırdı. Uzun soluklu bu dengbêjleri, halk
âdeta büyülenmiş bir şekilde ve kendinden geçercesine saatlerce dinler ve onu
takip eden gecelerde hikâyenin sonunu büyük bir sabırsızlık ve merakla
beklerdi. Halkın ilgisini göre anlatıcısı da hikâyenin kısa veya uzunluğunu
belirler. Xanî, 'Mem û Zîn' ' i XVII. Yüzyılın sonlarında yazmıştır. O
dönemde yazılmış olan bütün eserlerde Arapça ve Farsça'nın etkisi altında kalıp
bu dillerden kelimeler mevcuttur. (Bu Divan Edebiyatı'nın da bir özelliğidi.)
Bunda dolayıdır ki bu Mem û Zîn'de de bu etkiyi görebilmek mümkündür. Buna
rağmen bu eser, Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatıdır. Xanî'nin,
'Kurmancım, kûh-î kenarî ' (Kürdüm, dağlıyım, kenardanım) deyişi, sanırım
birçok sorunun cevabı niteliğindedir. Bu eser, ilk olarak Ahmed Faîk tarafından
(1143 hicri-1730 miladî) yılında Azeri Türkçesine çevrilmiştir. Sırrı
Dadaşbilge, 1969 yılında nesre çevirip, beyitlerini sadeleştirmiştir. 42 yaprak
83 sayfadan meydana gelmiş bu çevirinin ilk sayfası zayidir. Faîk, Ehmedê
Xanî'den 35 yıl sonra çeviri yapmıştır. İki ayrı yerden kendisinden bahsetmekte
olan Faîk ayrıca gazellerin son beyitlerinde mahlaz kullanmıştır. İkinci
olarak Abdulaziz Halis Çıkıntaş 1906 yılında Türkçeye çevirmiştir. Fakat kitap
bir türlü basılamaz. Arapça, Fransızca, Almanca, Rusça başta olmak üzere
birçok dile çevrisi yapılmıştır. 1968 yılında M.Emin Bozarslan tarafından
Türkçeye çevirilmiştir. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliyet gibi Mem û Zîn'de
dünyanın ölümsüz edebi eserleri arasında yerini almıştır. Ve yine bu eserlerdeki
gibi Mem û Zîn'de de beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk
etrafında Xanî, çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde
tasvir etmiş, bölge (Botan bölgesi)'nın törelerini, bayramlarını (Burada
Newroz bayra**nın yeri oldukça önemli...), bayramlarla birlikte av
partilerini, kır eğlencelerini kısacası halkın bütün yaşantı tarzlarını
görebilmek mümkündür. Aşk unsurunun yanında, dağlardan (Cudi, Tura 'Tur dağı'),
sulardan (Özellikle Dicle nehrini), ağaçlardan, hayvanlardan, kuşlardan
(Bülbülün önemi büyük), bitkilerden (Bülbülle bağlantılı olarak gül'den ),
renklerden, kokulardan sık sık bahsetmekte bunları okuyucunun zihninde
canlandırıp adete gözler önüne sermektedir:
MEM BI DÎCLE'RA DI BEYÎVE /
MEM'IN DİCLE'YE SESLENİŞİ
'Ey Şıbhetê eşkê min rewane.. / 'Ey benim
gözyaşlarım gibi dökülen nehir.. Be Sebr û Sıkünî aşiqane / Ey âşıklar gibi
sabırsız ve sükûnetsiz nehir.. Bê Sebr û Qerar û bê Sıkûnî / Sabırsız,
karasız ve sükûnetsizsin, Yan Şıbhetê min tu ji cinûnî? / Yoksa benim gibi
sen de deli misin? Qet nine jibo tera qerarek / Senin için hiçbir karar
kılmak yok, Xalıb di dilê tedaye yarek.' / Galiba senin gönlünde de bir yar
var.'
Dicle'ye seslenen Mem'in onunda kendisi gibi sabırsız ve sükünetsiz
bir âşık olduğunu döktüğü gözyaşlarını da Dicle'nin suyunu benzetmesi, Dicle'yi
kendisi gibi deli, aşık görmesi bunların her biri Mem'in kendi vasıflarını Dicle
nehrine de yüklemesi ile, böyle bir bağlantı kurmuştur. Dicle suyu gibi
Mem'in dağa ve rüzgara karşı seslenişi;Zîn'in de muma kamlara ve pervaneye
seslenişi bunların her biri bahtsız olan Mem ve Zîn'in içinde bulundukları
çaresizleği anlatır.
ZÎN BI FINDÊRA DI BEYÎVE / ZÎN MUMA
SESLENİYOR
'Ey henser û hemnişîn û hemraz / 'Ey sır ve oturma arkadaş,
baş arkadaşım.. Herçendi bî sohtinê wekî min / Gerçi yanmak yönünden benim
gibi sin sen, Emma ne bî gotinê wekî min / Fakat konuşmak yönünden benim gibi
değilsin. Ger şibhetê min te jî bî gota / Eğer sen de benim gibi
söyleseydin Dê min bî xwe dil qewî ne sohta.' / Benim de gönlüm fazla
yanmazdı.'
Zîn bir sohbet arkadaşı aramakta ve derdini muma yanmaktadır.
Xanî, aynı zamanda hikâyede ateşin önemine, kutsallığı da deyinmiş: Mem, Zîn'le
beyin bahçesinde buluşuyorken bey, av partisinden döner beyin döndüğünü gören
Tacdin, Mem'i kurtarabilmek için evini ateşe verir. Burada ateş kurtarıcı bir
görev almaktıdır. Diyebiliriz ki Xanî, Zedüştlük inancının düalizminden
etkilenmiştir. Zerdüşt dininde düalizm (iyi-kötü, aydınlık-karanlık) var. Mem û
Zîn'de de ikili sistem esas alınır. 'Kötünün bilinmediği yerde iyiyi tarif
edemezsin. Her şey zıddı ile izah edilir.' İyiliği ve aydınlığı Mem û Zîn;
kötülüğü ve karanlığı ise Beko'ya veren Xanî, aynı zamanda ay ile güneş, ateş
ile su, kadın ile erkek, melek ile iblis gibi ikili temaları oldukça işlemiştir.
Bununla birlikte dönemin yönetimini elinde tutanları, gericiliği, zalimleri,
kötü niyetli kimseleri yermiş, haksız düzene karşı âdeta isyan bayraklarını
göklere çekmiştir. Haksızlığa ve feodal düzene karşı cephe alan Xanî, haksızlığa
uğrayanların, yoksulların ve çarezilerin yanında yer almış. Kötülüğü,
ikiyüzlülüğü fitne ve fesatçılığı yine dalkavukluğu Bekir (Beko)'de; doğruluğu,
iyiliği, suçsuzluğu, güzeli ve çaresizliği de Mem ve Zîn'de toplamıştır. Fakat,
bu âşkın büyüklüğüne ve ölümsüzlüğüne en büyük katkıyı sağlamış olan Beko'dur.
Evet, yaşadıkları sürece kendilerine cefa çektiren onların kavuşamamaları için
her türlü fitne ve fesatlığa başvuran Beko, bu aşkın edebîleşmesinde büyük rol
oynamıştır. Mem ve Zîn'in ölümünden sonra Bey Beko'nun söylediklerine kulak
verdiği için pişmanlık duyar, fakat iş işten geçmiştir. Onlar ebedî mutluluğa
erdiler. Aşk Botanda ebedileşti, aşk MEM Û ZÎN'de ölümsüzleşti.