Main » 2012 » May » 23 » Kürtlerin en eski tiyatro eseri, Ecel-i Kaza
10:08 PM
Kürtlerin en eski tiyatro eseri, Ecel-i Kaza
Kürtlerin en eski tiyatro eseri, Ecel-i Kaza
Sedat Ulugana - 22 Mayıs 2012
Konya -
Orta Anadolu Kürtlerinden Ebuzziya Mehmet Tevfik tarafından 1872
yılında yazılan "Ecel-i Kaza (Kaza İle Gelen Ölüm-Talihsiz Ölüm)” adlı
tiyatro eseri, Serhat’ın Kürt aşiretlerinden birine mensup bir haneden
ailenin miri Pertev Bey’in, Kürt karşıtı Erzurum Valisi Laz Ahmet
Paşa’nın kızı Nimet Hanım’a olan aşkını konu alıyor. Eser, Osmanlı
devletinde Kürtlere dair ilk yerli piyes olma özelliğini taşıyor.
T.C
Kültür Bakanlığı, Ebuzziya Mehmet Tevfik’i Türk yazar ve yazdıklarını
da Türk eserleri olarak lanse etse de, yazar bir Orta Anadolu Kürdüdür
ve yazdığı Ecel-i Kaza da Kürtlerin ilk tiyatro eseri olarak bilinir.
TEVFİK’İN AİLESİ
1849
yılında İstanbul’da doğan Ebüzziya Mehmet Tevfik, Serhat kökenli Kürt
Şerefli Aşireti’nin Hespkêşan boyuna mensup. Hespkêşan ise Konya’nın
Cihanbeyli ilçesinin eski ismidir. Yöre Kürtleri arasında Tevfik’in
ailesi Heci Heseni olarak biliniyor. Hacı Hasan’ın,13’üncü yüzyılda
Sivas beyi İbn-i Kürd Konya’yı aldığında ailesiyle birlikte Konya’nın
Koçhisar nahiyesine yerleştiği tahmin ediliyor. Takip eden yıllarda
Şerefli aşiretinin bu nahiyeye göç etmesiyle birlikte nahiyenin ismi
Şereflikoçhisar olarak değişir.
Ebüzziya Mehmet Tevfik, Kürtçe ve
Türkçenin yanı sıra Arapça, Farsça ve Fransızcayı da iyi derecede
bilmektedir. 1866 da ülkeye meşrutiyet getirmek isteyen "Yeni
Osmanlılar” cemiyetine katılan Ebüzziya, 1872’de ilk eseri olan Ecel-i
Kaza’yı yazar. Birkaç ay sonra da Sultan Abdülaziz tarafından Rodos’a
sürgün edilir. Sürgün nedenin Ebüzziya’nın çıkarmış olduğu "Sıraç” adlı
gazete olduğu görüşü edebiyat tarihçileri tarafından savunuluyor olsa
da, asıl nedenin Ecel-i Kaza adlı piyesi olduğu da ifade edilmektedir.
İZLENEN İLK YERLİ PİYES
Ecel-i
Kaza, Kürtler üzerinden Osmanlı devletine yapılabilmiş en sert
eleştiridir. Eser, dönemin bazı Tanzimatçı edebiyatçıları tarafından
Shakespeare’nin Romeo-Jülyet’i ile mukayese edilecek kadar ileri
varılmıştır. Eser yayınlandığı yılın kasım ayında, ilk defa "Gedikpaşa
Osmanlı Tiyatrosu”nda sahnelenir. Bu özelliğiyle de Osmanlı toplumunca
seyredilen ilk yerli piyestir. Romantik dram özelliği taşıyan Ecel-i
Kaza, beş fasıl, beş perde ve yirmi üç meclisten oluşur.
KONUSU, KÜRT SORUNU!
Piyes’in
ana figürü Serhat’ın Kürt aşiretlerinden birine mensup bir haneden
ailenin miri Pertev Bey’dir. Konusu Pertev Bey’in Erzurum valisi Laz
Ahmet Paşa’nın kızı Nimet Hanım’a olan aşkı, Erzurum Valisi’nin Kürt
aşiretine karşı giriştiği katliam ve sürüp giden kan davasıdır. Bu
özelliğiyle Osmanlı devletinde Kürtlere dair ilk piyestir.
Oyunda
birbirini ölesiye seven Kürt Pertev Bey ile Nimet Hanım’ın aileleri
arasında bulunan kan davası yüzünden birbirilerine kavuşamamaktadırlar.
Bu iki gencin arasındaki romantik aşkın bir araç olduğu düşünülürse,
Erzurum Valisi Laz Ahmet Paşa’nın zalim bir idareci oluşu vesilesiyle
özgürlük–esaret mücadelesine yönelik bir mesaj verdiği söylenebilir.
Eserin
konusu, Kürdistan’ın Serhat bölgesinin Erzurum şehrinde geçmektedir.
Vaka zamanı tahminlere göre, II. Mahmut’un Kürdistan mirlerini tasfiye
ettiği dönemin sonrasına denk geliyor. Hatırlanacağı üzere Osmanlı
padişahı II. Mahmut merkezi otoriteyi güçlendirmek adına Kürdistan
hanlarını ve mirlerini tasfiye etmiş, yerlerine valiler tayin etmiştir.
Kürt aşiretleri bu tasfiye hareketine karşı direnişler sergileyip,
valileri tanımamışlardır. Böylece oluşan otorite boşluğunda Kürt din
adamları Kürt aşiretleri nezdinde bağlayıcı olmuşlardır. Piyesteki
örneği Şeyh Hulusi efendi’dir. Hulusi Efendi yeri geldiğinde Laz Ahmet
Paşa’yı yerden yere vurmakta, öldürdüğü Kürtlerin şehit olduğunu
belirtmektedir. Ayrıca kan davası aleyhinde fikirler içeren piyeste
Osmanlı imparatorluğu bünyesindeki Kürtlerin yaşayışlarına, dini ve
ahlaki inançlarına ve olaylara yaklaşım tarzlarında da yer verilmiştir.
LAZ AHMETİN KÜRT KATLİAMI
Piyesin
merkezi figürü 22 yaşındaki Pertev Bey, Kürt elbiseleriyle
verilmektedir, arkasında sırmalı bir kat başıbozuk esvabı, başında bir
sırmalı gecelik serpuşu, belinde bir çift gümüşlü tabanca, bir hançer,
boynunda bir altın kılıç, hepsinin üzerinde bir yağmurluk. Pertev üç yüz
yıllık bir Kürt hanedanına mensup, ömrünün çoğu saraylarda, rahatlık
içinde değil, çadırlarda, dağlarda ve zor şartlarda geçmiştir. Kürt din
adamı Hulusi Efendi’den ders almış bir Serhat Kürt delikanlısıdır.
Babası ve kardeşleri dâhil aynı aşiretten 40-50 Kürt, Laz Ahmet Paşa’nın
emriyle Serhat dağlarının eteklerindeki bir yaylada öldürülmüştür. Kürt
aşireti de Laz Ahmet Paşa’nın babasını öldürmüştür.
"BÜYÜKLÜK KÜRDE YAKIŞMAZ!”
Piyeste
yer yer Kürtlüğü rencide eden "Büyüklük bir Kürt oğlundan ziyade bana
yakışır”gibi diyaloglar da mevcut. Laz Ahmet Paşa, Kürtlerin can
düşmanıdır. Ona göre Kürtler ilkel bir topluluktur. Göçebe halleri ise
cahilliklerinin ve vahşiliklerinin bir göstergesidir. Bu durumdan dolayı
kızı Nimet’in Kürt Pertev Bey ile evlenmesini düşünmek bile istemez.
Bunu şöyle ifade etmektedir; "Hanedanının saraylarını bırakıp da Kürt
çadırlarında yatacak... Utanmaz senin büyükbaban onların elinde öldü.
Ben kimim? Pertev kim? Ben bugün padişahın bir veziriyim... O bir
Kürt... Bir kanlı kopeğin oğlu... Bir asi... Bir haydut. Daha babamın
kanı kullandığı kılıçta duruyor.. Ona vereceğime kara toprağın ne suçu
var? Gebersin.”
AŞİRETLERİ BİRBİRİNE DÜŞÜRME PLANI
Osmanlı
sahasındaki Kürdistan’da mirlerin tasfiyesi sonrası gelişen otorite
boşluğunu ve yerel yöneticilerin aşiretler üzerinde hâkimiyet kurma ve
ulusallaşmalarını engelleme çabalarını da eserin satır aralarında görmek
mümkün; "Şimdi Şoregol isyanda iken, Pertev'i öldürüp de onun aşiretini
de ayaklandırmak münasip değildir. Burası hudut... Devletin hudut
üzerinde olan münazaralardan ne kadar ihtiraz ettiğini efendimizden
öğrenmiştim... İki aşiret bir yere gelirse elbette kuvvet bulur.” Bazı
yerlerde de Laz Ahmet Paşa’nın Kürt aşireti ile Kars dolaylarında
yaşayan Türkmen aşireti olan Karapapakları birbirine düşürme çabaları
var; "Fazıl begle Pertev'e haber göndereyim... İkna edeyim... Aşiretine
yazsın... Birkaç yüz atlı istesin... Sabahleyin ben de kendisini
alayım... Beraber çıkayım... İsteyeceği atlılar Karıştıran'a ancak üç
güne kadar gelebilir... Biz o vakide dek Şoregol atlısıyla çarpışırız...
En evvelki kavgada adam tertip ederim... Pertev'i vururlar… Sonra
Şoregolliler vurdu deriz... Hazır bu bahane ile aşireti hem bize isyan
etmez hem Şoregollinin üzerine kalkar… Onların terbiyesinde bize bir
büyük kuvvet olur.”
ESERİN VERDİĞİ MESAJ
Piyesin
sonunda Nimet Hanım ölür. Bunu gören Pertev de canına kıyar. Nimet, gece
karanlığında gördüğü gölgenin babasın gölgesi olduğunu sanarak,
korkudan ölür. Nimet’in öldüğünü gören Pertev’de gümüş işlemeli
tabancasıyla intihar eder.
Eserin toplumsal mesaj yönü
düşünüldüğünde, figürlerin ve fikirlerin temsiliyeti konumunda Nimet,
özgürlük isteyen, fakat otoritenin gölgesini bile gördüğünde korkudan
ölen o günkü Osmanlı toplumudur. Kürt Pertev’i ise iki konumda düşünmek
mümkündür. Birincisi gerçek konumudur ki, o asi bir Kürt civanıdır.
Mekânı heybetli dağ doruklarıdır. Özgür bir yaşamın delisidir.
Osmanlının otoritesine boyun eğmez, bunun için de fazlasıyla bedel öder.
İkinci konumu "yeni Osmanlıların” şahsıdır ki, yazar mensubu olduğu
"yeni Osmanlılar cemiyetinin” bireylerini asi ve cesur bir Kürt
delikanlısının şahsında idealize eder.
Eserdeki bu hazin son
ister istemez Mem û Zîn’i de hatırlatıyor. Ebüzziya, eserin konusuna son
derece hâkimdir. Kaldı ki Şoregol, Elegez, Elejgır (Eleşkirt) Kalesi
gibi yer adlarına ve Kürt geleneklerine vakıftır. Kürt olması itibariyle
zorluk çekmediğini 1900lerin başında kendisi şöyle diyor, "Eserin
üzerinde çok çalıştım. Özellikle Kürt Pertev’in şivesi üzerinde..”
Eserde,
Osmanlının baskıcı rejimine karşı, özgürlüğü sembol eden Kürt Pertev
beyin merkezi figür olması, Osmanlı sultanını fazlasıyla korkutmuş
olmalı ki, aynı yıl Ebüzziya’yı, Girit adasının hemen yanındaki Rodos
adasına sürgün etti. Burada üç yıl zindanda yatan Ebüzziya 1876 yılında
Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle tekrar İstanbul’a döner. Bu sırada
Kürdizade Ahmet Ramiz’le tanışır. Nitekim Kürdizade Ahmet Ramiz birkaç
eserini Ebüzziya Tevfik Bey’in matbaasında basar. Nihayet Ebüzziya 1900
yılında Konya’ya sürgün edilir. Meşrutiyet taraftarı bu Kürt aydını
üzerinde yeterince araştırma yapılmamıştır.