'Kürt Kardeşlerimden Özür Diliyorum'
Yeni Şafak yazarı köşesinde bir Türk ve Müslüman olarak Kürtlerden özür diledi…
Uludere"de
35 yurttaşımızın katledilemesi uzun süre haber yapılmamış, devlet
yetkilileri de 27 saat sonra ekran karşısına geçebilmişti. Yaşanan
katliama "istihbarat hatası”, "operasyon bölgesi”, "kaçakçılardı” gibi
açıklamalarla gerekçe ve meşruiyet üretilmeye çalışılmış ancak özür bile
dilenmemişti.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay"ın dilemediği özrü, onları utandırırcasına köşesinde Hilal Kaplan diledi.
İşte o yazı:
ÖZÜR DİLİYORUM
Otuz beş masumun kanına girildi. Kan döken, devletin savaş uçaklarıydı. Bombalama emrini onaylayan devletin güvenlik güçleriydi.
Ölense
halktı; çoğunluğu 12-18 yaşları arasında olan, bölgedeki askerlerin
bilgisi dahilinde hareket eden, eğitimi için harçlığını çıkarmaya
çalışan gencecik çocuklar...
Uzun
süre üç maymunu oynayan medya mahallesi yönünü -eskiden Genelkurmay'a
yaptığı gibi- hükümete çevirip "hazır ol"da bekleyerek haber yaptı,
yapıyor.
Katledilenlerin de cumhurbaşkanı olması beklenen Gül, bir Cuma namazı çıkışı ayaküstü baş sağlığı diliyor.
Bombaları
atan Türk Silahlı Kuvvetleri, sanki 35 kişi durduk yere, eceliyle ölmüş
gibi soğuk bir baş sağlığı mesajı yayınlıyor, hiçbir sorumluluk kabul
etmiyor.
Orduya
hâkim olduğu imajını veren Başbakan Erdoğan, yine Cuma namazı çıkışında
ayaküstü açıklama yapıp, 35 Kürt kardeşinin hakkını değil, devletin
hakkını savunuyor.
Sivillerin
öldürüldüğü gün gibi ortadayken hükümet adına görüş bildiren Hüseyin
Çelik cümleye "hata varsa..." diye başlıyor. Ardından daha soruşturma
bile yapılmamışken "kasıt olmadığından eminiz" diye ekliyor.
Bir
hastanenin bodrum katında 35 kişinin bedenine otopsi yapılırken,
aileler ayazda ağlaşırken gazeteci milletinin bir kısmı fasıl programını
iptal etmemekle kalmıyor, bunu sosyal medyada ele güne duyurmaktan da
hayâ etmiyor.
Birinin
ayağına yanlışlıkla basılsa dahi özür dilemek gerektiği bilinir. Otuz
beş gencin bedeni bombalarla paramparça, devletin hiçbir kademesi
sorumluluk beyan etmiyor, özür dilemeye yanaşmıyor. Sadece sabır
dilemekle meşguller. Görevden uzaklaştırılan bir kişi bile yok.
Şimdi
otuz beş vatandaşımızın katili PKK olsaydı olabilecekleri düşünün.
Cumhurbaşkanı resmî bir mesaj yayınlayıp baş sağlığı dileğinde
bulunacaktı. Başbakan Erdoğan bir basın toplantısı sırasında daha önceki
"Ciğerim yanıyor" açıklamasına benzer, duygulu bir konuşma yapacaktı.
Medya tüm gelişmeleri "son dakika" olarak duyuracak, hadisenin adını
"Irak sınırında operasyon" diye değil "Irak sınırında katliam" olarak
koyacaktı. Bunların hiçbiri olmadı. Çünkü bizi ilgilendiren masum
insanların ölmüş olması değil; onları kimin öldürdüğü...
Uludere
Katliamı'ndan sorumlu olanlar cezalandırılmazsa, özür beyanı ve
tazminat yoluna girilmezse, o acılı ailelerin matemine ortak olunmaz,
bölge halkının psikolojisini dikkate alan uygulamalara gidilmezse artık
istediğimiz kadar "kardeşiz" diyelim; Kürtler kendi acısını görmeyen bir
devlet aygıtı, onun hizmete hazır medyası ve katliama bahane arayan
kamuoyundan ötesini görmeyecekler. O yüzden "Türklere göbekten bağlı
değiliz" diyen Murat Karayılan'a, "Kürtler özerklikle yetinmeyecek"
diyen Leyla Zana'ya boşuna kızmayın. Onlar üzerlerine düşeni yapıyorlar.
Esas olan kardeşlik bilincini yansıtacak bir yönetim, medya ve kamuoyu
tesis etmektedir. Başbakan'ın telefonla da olsa cenaze evini arayıp
"acınız acımızdır" demesi, üç bakanın taziye ziyaretinde bulunması geç
de olsa atılmış olumlu adımlardır. Ancak nasıl ki otuz beş gencin kanına
girmek bir saat aldıysa, sorumluları bulup cezalandırmak da aylar
sürmemelidir. Soruşturma bitene kadar bombalamayla direkt bağı olanlar
görevden uzaklaştırılabilir.
Ben,
Türk bir aileye mensup, eli kalem tutan Müslüman bir kadın olarak,
kendi adıma tüm yaşananlardan ötürü, yapabildiklerimin sınırlılığından
ötürü başta cenazesi olan aileler olmak üzere tüm Kürt kardeşlerimden
özür diliyorum. Yasınız yasımızdır. Unutmayacağız, unutturmayacağız.