27 Kasım 2011 Pazar
'Hasta' Atatürk, Seyid Rıza'nın asıldığı gece Elazığ'da ne yapıyordu?
Başbakan Erdoğan öyle anlaşılıyor ki, şu kadar İnkılap tarihi bölümünden daha fazla çalışıyor.
Geçtiğimiz
çarşamba günü yaptığı konuşmayla Erdoğan yalnız CHP başkanının eline
iki tarafı keskin bir kılıç savurmakla kalmadı, yıllar yılı Dersim'i
unutan İnkılap tarihçilerimize de bir muhtıra vermiş oldu. Bakalım, bu
'Dersim açılımı'ndan sonra da 1937-38 yıllarını yazarken Dersim'de olup
bitenleri unutabilecekler mi?
Unuturlar, unuturlar... İsmi lazım
değil, yaklaşık 1500 sayfalık "Gazi Mustafa Kemal" kitabını yazan bir
zat-ı muhterem, küçük Mustafa'nın nasıl birdirbir oynadığını geniş geniş
anlatırken, on binlerce insanın hayatını ilgilendiren Dersim
olaylarından tek kelime söz etmiyorsa bizdeki İnkılap tarihlerinin
yazılma amacının, geçmişi açıklamak değil de örtmek olduğunu söylemek
zorundayız.
Dersim denilince öteden beri şu söylenirdi: Efendim, o
zaman Atatürk çok hastaydı, yerinden kımıldayacak hali yoktu, Dersim'de
olan bitenlerden habersizdi, hatta 'Dersim kararnamesi'ni imzalamaya
yanaşmamıştı vs. Sözün özü: Dersim'den Atatürk sorumlu değildi.
Gerçi
Başbakan meselenin Atatürk boyutuna girmekten özenle kaçındı ama CHP'li
Hüseyin Aygün, "Dersim katliamından Atatürk'ün haberi vardı." diyerek
bombanın pimini çekmişti ve ona karşı parti içinde başlayan isyanın
korkusu da aynıdır: 'Bu işe Atatürk'ü karıştırmayın' demek istiyorlar.
Ben
de bunu anlamıyorum: 1937 yılında Atatürk Hatay için şu kadar çalıştı,
diyenler aynı yıl gerçekleşen Dersim'den onu dışlayamazlar. Üstelik 4
Mayıs 1937 tarihli Dersim'e uygulanacak zorunlu iskân politikasının
dönüm noktalarından biri olan Bakanlar Kurulu kararının altında onun
imzası varken... 2. maddede isyan eden mıntıkadaki halkın toplanıp başka
yere nakledilmesi istenmektedir. Nitekim Sibel Yardımcı ve Şükrü
Aslan'ın dersim milletvekili Diyap Ağa'nın torunuyla yaptıkları
görüşmede Atatürk'ün Diyap Ağa'yı çağırıp "Git, aşiretini kedisine kadar
al, Dersim'den çık. Çık ama Malatya'yı geç," demiş ve Diyap Ağa da
Çankaya'dan aldığı bu tüyo sayesinde Dersim'i terk etmiş ve ailesinin
hayatını kurtarmış. ("Herkesin Bildiği Sır: Dersim", s. 426.)
Bu
sözlü tanıklığa inanacak olursak Atatürk'ün bölgede yapılacak
operasyonlardan çok önceden haberdar olduğunu ve iyi tanıdığı Diyap
Ağa'ya olacakları böyle haber verdiğini görüyoruz.
Atatürk'ün
Dersim operasyonuna ne kadar yakından ilgi duyduğunun dolaylı değil de
doğrudan delili ise zamanın Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri
Çağlayangil'in anılarında buluyoruz. Çağlayangil'in 1990'da basılan
anılarında şu satırları okuyoruz:
"Dersim olayı da yakın
tarihimizin bulutlar arkasındaki bir gerçeğidir." Doğru, bulutlar
arkasında ama ne? Allah'tan Çağlayangil pek ağzı sıkı davranamamıştır
da, bazı gerçeklerin kapılarını aralamamıza imkan tanımıştır.
Çağlayangil,
Atatürk'ün "Dersim meselesini kökünden hallediniz" talimatını verdiğini
yazdıktan sonra bizzat katıldığı Dersim operasyonu hakkında şu
bilgileri veriyor:
"Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri
sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır'daki Murat suyu üzerinde yeni
yapılan Singeç Köprüsü'nü açmaya gidecek. (...) Emniyet Genel Müdürü
Şükrü Sökmensüer bana dedi ki: "Dersim harekâtı bitti. Beyaz donlu altı
bin doğulu Elazığ'a dolmuş. Atatürk'ten Seyit Rıza'nın hayatını
bağışlamasını isteyecekler, buna engel ol."
Atatürk pazartesi
günü Elazığ'a gelecekti, o gün de cumartesiydi, resmi daireler
kapalıydı. Bizden istenenler "Asılacakları Atatürk gelmeden asın, beyaz
donlular Atatürk'ün karşısına çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun."
Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Savcı mahkemeleri
etkileyemeyeceğini söyledi. Biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden
önce vermesini ve Seyit Rıza meselesinin kapanmasını istiyorduk.
Savcıyı
aşmak mümkün olmayınca rapor aldırıldı, yerine tanıdığımız bir savcı
geçti. Hakime baskı yaparak mahkemeyi, tatil olmasına rağmen Pazar
gecesi 24'e aldırdık. Saatler 24'ü 1 geçe mahkeme başladı. 7 ölüm cezası
çıktı.
Seyit Rıza idam sehpalarını görünce durumu anladı. Bana
"Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin" dedi ve güldü. Bu yaşlı adam
rap rap yürüdü. Çingeneyi (celladı) itti. İpi boynuna geçirdi,
sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazını gerçekleştirdi.
İhsan Sabri Çağlayangil bundan sonra idamı Atatürk'ün nasıl bildiğini ve beklediğini ima eden şu ilginç cümleleri sarf ediyor:
"Fakat
bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz diye Atatürk bir gün sonra
Elazığ'a geldi. Treni gece kör makasa çekmişler, uyuyormuş. "Atatürk
seni çağırıyor" dediler. Gittim, kahvaltı ediyorlardı. Bana bir resim
gösterdi. Seyit Rıza'nın sehpada sallanırken resmi çekilmiş. "Çabuk git,
bu resmin negatifini bul, imha et" dedi. Anladım ki, Atatürk bu
olayları sevmiyor. Negatifleri imha ettim, yalnız resimlerden ikisini
sakladım. Birini Atatürk'e verdim, birini de kendim aldım. Atatürk "Bana
ayırdığın resmi ver" dedi. Verdim. Halkevine hareket etti.
Cengiz
Çandar'ın "Munzur" dergisinin 2008 tarihli 30. sayısından aktardığına
göre Çağlayangil, bizzat Kemal Kılıçdaroğlu'na bu olayı şöyle anlatmış:
"Atatürk,
fena halde sinirlenmiş, beni çağırdı. Nedir bu rezalet? dedi. Bütün
Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyyit. Peygamber sülalesinden,
dedi. Öyle sümükleri akmış beyaz sakalıyla, dedi. Git, derhal imha et,
dedi."
"Atatürk hastaydı, Dersim'den haberi yoktu" diyenlere ithaf olunur. (Mustafa Armağan-Zaman)