Bugün Halepçe Katliam’ının 23. Yıldönümü. 16. Mart 1988 tarihinde,
Irak ordusuna bağlı uçaklar Halepçe kasabasının üzerine gaz bombaları ve
kimyasal silahlar yağdırdılar. Saddam Hüseyin bu katliamı yaptırma
gerekçesi olarak İran’la işbirliği yapan aşiretlere karşı önlem almak
zorunluluğunu öne sürdü. Ancak onun iddiasının aksine, Halepçe’de
hayatını kaybeden yaklaşık 5000 kişinin büyük bir kısmı, olaylarla
herhangi bir ilgisi bulunmayan kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Şehrin bütün evleri ve sokakları yanmış cesetlerle dolmuş, şehrin
bazı sakinleri dağlara doğru kaçmaya çalışmış, ancak ölüm bulutları
onları yolda yakalamıştı. Elde kesin veri olmamakla birlikte, on
binlerce insan bu katliamdan doğrudan ve dolayı olarak etkilendi.
Kimyasal silahların zehirlediği toprak ve sular, bugün bile bölgede
dünya normlarının çok üstünde sakat doğumlara neden oluyor. Halepçe katliamından birkaç gün sonra Irak ordusu şehre girdi ve sağ
kalanların bir kısmını öldürdü. Katliamın gerçek boyutu, Irak’ın ABD
tarafından işgal edilmesinden sonra anlaşıldı. Bölgeye giden sivil
toplum kuruluşları, ölü ve yaralı sayısının bilinenin çok üstünde
olduğunu açıkladılar. Halepçe katliamında kimyasal silahların kullanılması, ABD tarafından
Irak’ın işgali gerekçesi olarak kullanıldı. ABD Başkanı George W. Bush,
Saddam Hüseyin’in elinde büyük miktarda kimyasal silah bulunduğunu öne
sürerek, Irak’ın işgalini emretti. Bu kimyasal silah iddiası hiçbir
zaman doğrulanamadıysa da, işgal sonucu binlerce Iraklı öldü, ülke
aradan geçen onca yıl sonrasında şiddet ve kaostan kurtulamadı. Halepçe, Kürtlerin karşılaştığı ne ilk, ne de son katliam. Kürtler
çok uzun yıllardır bugün yaşadıkları topraklarda katliamlara, baskılara,
açılara, işkencelere maruz bırakılıyorlar. Barış için uzattıkları el,
bugüne kadar sıkılmış değil. Aksine, inkar ve katliam politikaları hala
sürüyor. Öcalan, "Son büyük bir saldırı tehlikesi var, Halepçe’den on
katı bir katliamlara yönelebilirler” derken, bu gerçeğe işaret
ediyordu. Halepçe Katliamı
Sal 1988, meha Adarê... Gulê Newrozê disa dipişkivîn... Ewrên reş û tarî li ser Newrozada hatin, Be kêf û şâhî, bê xweşî Newroza disa serê xwe xarkirin, Û tovê xwe berda binê erdêda.. Jibo carek din şîn werin....Yıl 1988, Mart ayı... Newrozun gülleri yine yeşermekteydi... Newrozların üzerine aniden kara, karanlık bulutar geldi, Newrozlar; keyifsiz ve şenliksiz başlarını gerisingeri önlerine eğdiler, Ve tohumlarını yerin altına saldılar... Günü gelince bir kere daha yeşermek için...
|