"Dünyanın
en büyük devletsiz halkı” olarak bilinen Kürtlerin, genellikle dört
farklı ülkeye; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’ye dağıldığından söz
edilir. Tarihsel süreç ve toprak bağlamında ifade edilen bu durum doğru,
ancak bir başka yönüyle ise bu artık tam anlamıyla gerçeği ifade
etmekte yetersiz kalıyor.
Almanya’ya göçün 50. yılının bolca değerlendirildiği şu dönemde, genel
olarak "Türkiye kökenli/çıkışlı” şeklinde tanımladığımız göçmenlerin
tümünün "Türk ulusundan/aidiyetinden” olmadığı açıktır. Türkiye’de Kürt
sorunu bağlamında yasalarda henüz yer almasa da artık en milliyetçi
çevreler tarafından dahi Kürt kimliğinin varlığının kabul edildiği bu
günlerde, Almanya’da yaşayan Kürtler de hararetli şekilde "kimlik
kampanyası” yürütüyorlar.
Gerçekten de Almanya başta olmak üzere, pek çok Avrupa ülkesinde
yaşayan Kürt kökenli göçmenler, kendi içinde farklı kimlik sorunlarıyla
karşı karşıya. Türkiye’de bile Kürt kimliğinin, kültürünün açık bir
şekilde televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında konuşulduğu,
tartışıldığı şu dönemde, Türkiye’den gelen bütün göçmenlere Almanya’da
geleneksel genellemeci anlayış ile Türk ulusundan/aidiyetinden gözüyle
bakılmasının, geç de olsa ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor.
Çünkü, geleneksel devlet algısında Kürtlerin varlığı sadece PKK ve onun
destekçisi olarak hatırlandı ve sürekli kriminalize edildi.
RESMİ AÇIKLAMA: 800 BİN KÜRT VAR
Halbuki, Almanya’nın "Kürt gerçeği” bunun da çok ötesinde. Türkiye’den
Almanya’ya göçün 50. yılının "kutlandığı” bu dönemde, Alman devletinin
var olan "Kürt realitesini” kabul etmesi ve ona uygun davranması
gerekiyor. Kısa bir süre önce Federal İçişleri Bakanlığı tarafından, Sol
Parti Federal Parlamento Milletvekili Ulla Jelpke’nin soru önergesine
verilen yanıtta, Almanya’daki Kürt göçmen nüfusu "800 bin” olarak
açıklanmıştı.
Daha önce Kürt kurumlarının bile "500-600 bin arası” olarak telaffuz
ettiği Kürt nüfusunun, konuyla ilgili en yüksek makam tarafından bu
şekilde bildirilmesi yabana atılır bir durum değildir.
Aslına bakılırsa, Türkiye’deki nüfus bileşimi ile Almanya’daki Türkiye
kökenli nüfus bileşimi arasında çok büyük bir farklılık bulunmuyor. Bu
yüzden genel Türkiye nüfusu içindeki Kürt nüfusun oranı ile Almanya’daki
Türkiye kökenliler içindeki Kürt nüfusunun oranı birbirine yakın.
Çeşitli kaynaklara göre, Türkiye ile Almanya arasında 1961’de imzalanan
İşgücü Anlaşmasıyla başlayan işçi göçü kapsamında, işçi alımının
durdurulduğu 1973 yılına kadar Türkiye’den gelen "misafir işçilerin”
üçte biri Kürt kökenli. Bu da yaklaşık olarak 400 bine denk düşüyor.
Bu üçte birlik oranın, 12 Eylül faşist darbesi, 1990’lı yıllarda
yükselişe geçen savaş ve yaşanan göçler nedeniyle arttığını söylemek
olanaklı. İlhan Kızılhan’nın NAVEND için derlediği rakamlara göre
1991-2001 yılları arasında toplam 157 bin 800 Kürt Almanya’ya iltica
etti. (www.navend.de)
Türkiye’den gelen Kürtlere bir de Irak, İran ve Suriye’den gelenleri
eklemek gerekiyor. İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesine
ilerici-sosyalist güçlerle birlikte destek veren Kürtler, tıpkı
devrimciler gibi Molla rejiminin kurbanı oldu. Dolayısıyla 1979’daki
İslami devrimden sonra Almanya’ya çok sayıda İranlı Kürt göç etmek
zorunda kaldı. Kızılhan’nın derlediği verilere göre 1991-2001 yılları
arasında İran’dan 19 bin 716, Irak’tan 76 bin 137, Suriye’den 12 bin 260
Kürt siyasi nedenlerle Almanya’ya iltica etti.
Bütün bu veriler alt alta konulduğunda İçişleri Bakanlığı’nın
açıkladığı 800 bin rakamı aslında abartılı değil, gerçekçi bir durumu
ifade ediyor. Dolayısıyla genelde "dört parçaya bölünmüş” diye ifade
edilen dünyanın en büyük devletsiz halkı Kürtler, Avrupa boyutu da
eklendiğine "beş parçaya” bölünmüş durumdalar.
ALMANYA GELENEKSEL İNKAR POLİTİKASINI ÜSTLENDİ
Ne var ki; Almanya "Kürt gerçeği” ile bugüne kadar yüzleşmeye
yanaşmadı. Genel anlamda bir Kürt varlığından söz edilse de, bunlar
genellikle "şiddet olaylarına karışan PKK taraftarlarıyla”
ilişkilendirildi. Devletin resmi istihbarat örgütleri tarafından her yıl
hazırlanan raporlarda, PKK sempatizanlarının/taraftarlarının 11.500
olarak belirtildiği göz önünde bulundurulduğunda, genel Kürt nüfusunun
durumu ile PKK arasında "terör ilişkisi” kurup yüz binlerce insanı yok
saymak elbette kabul edilebilir durum değildir.
Almanya’nın Kürtlerin varlığı konusunda Türkiye devletinin resmi
söylemini olduğu gibi üstlenerek kullanması ve Kürtlere karşı tavır
almasında, bu ülkenin Türkiye ile olan askeri, ticari ve siyasi
ilişkileri büyük bir rol oynuyor. Türkiye’nin talebi doğrultusunda
Kürtlerin kimliğini tanımayan Almanya bununla kalmayıp, Türkiye’nin
istemi doğrultusunda tutuklamalar, ev baskınları yapıyor, yayın
organları hakkında davalar açıp, kapatabiliyor. Dolayısıyla, Almanya’nın
Kürt politikasını asıl olarak, Ankara ile olan ilişkileri ve çıkarları
belirliyor.
Hemen belirtmek gerekiyor ki; Türkiye’de Kürtlere yönelik
gerçekleştirilen katliamlarda da Almanya’nın askeri ve siyasi desteği
söz konusudur. Bugün, Türk ordusu tarafından Kürtlere karşı kullanılan
silahların önemli bir bölümünün Alman malı olduğu sır değildir.
NEREYE KADAR?
Hiç şüphe yok ki, milyonlarca Kürt’ü yok saymak nasıl Türkiye’de bunca
katliamlara rağmen tutmadı ise, Almanya’daki yüz binlerce Kürt’ü yok
saymak, Türk kimliği altında tanımlamak da fazla uzun sürmeyecektir.
Tıpkı Türk aidiyetinden olduğu gibi Kürt aidiyetinde olan Türkiye
kökenli göçmenler de artık geri dönülmesi mümkün olmayan şekilde
Almanyalıdır ve gelecekte bu ülkede yaşamlarını sürdürmeye devam
edeceklerdir. Bu nedenle, bu ülkede diğer uluslardan göçmenler gibi
Kürtlerin muhatap olarak kabul edilmesi, diğer dillere sağlanan hakların
Kürtçe’ye de tanınması, Türkçe ve Almanca bilmeyenlere Kürtçe danışma
hizmetinin verilmesi vb. istekler oldukça insanidir ve kabul edilmeyecek
şartlar da değildir. Kaldı ki, bugün Almanya’nın 6 eyaletinde "anadil
dersi” adı altında tıpkı Türkçe, İspanyolca... gibi Kürtçe de
okutulmaktadır.
Hiç şüphe yok ki; göç eden bütün topluluklar gibi Kürtler de,
-"devletsiz ulus” olmanın vermiş olduğu sıkıntılar ve kimi farklılıklara
rağmen- daha iyi ve güvenli bir yaşam için göç ettikleri Almanya’da
değişime uğramakta, içinde yaşadıkları çoğunluk toplumlarından
etkilenmektedir. Etkilenmeye de devam edecektir. Bunun hızlanması,
kendisini içinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak görmesinde, onun
olduğu gibi, yani kökenin tanınması, kökeninden dolayı ayrımcılığa
uğramaması, kriminalize edilmemesi büyük önem taşıyor. "Ben Kürdüm”
diyen her göçmene "potansiyel suçlu”, "yok sayılan ulusun mensubu”
gözüyle bakılmadığı taktirde, Kürt göçmenlerin içinde yaşadığı toplumla
yakınlaşması çok daha hızlanacaktır. Eğer bugün Kürt göçmenlerinin bir
"uyum sorunu” var ise bunun başlıca sorumlusu Almanya ve Türkiye
devletleridir, Kürtlerin kendisi değil.
Özetle, Almanya’daki göçmenler arasında Kürtlerin elbette ayrı bir
özgünlüğü bulunuyor. Çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir devam eden
savaşın doğrudan mağdurlarının hiç de az olmadığı bu toplumun
sorunlarının özgünlüğü ulusal olarak uğradıkları zulüm ve çektikleri
acılardan kaynaklanıyor. Ama bu onların göç ettikleri ülkeleri
kendilerine "yeni yurt” olarak görmedikleri ve görmeyecekleri anlamına
gelmiyor. Onlar da diğer göçmen gruplar gibi, artık çalıştıkları,
ailelerini geçindirdikleri, doğdukları ve eğitim gördükleri Avrupa
ülkelerinin birer yurttaşı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Ve
Avrupa’daki bütün göçmenler ve yerli emekçiler gibi Kürtler de
egemenlerin izlemiş olduğu ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, işsizlik ve
yoksulluk politikalarından nasibini alıyorlar. Yani salt bir etnik
kimlik değil, aynı zamanda Türk, Alman, Yunan, Fransız vd. emekçilerle
birlikte ortak bir sosyal kimlikle taşıyorlar.
Almanya’nın diğer ulusal kimlikleri kabul ettiği, muhatap gördüğü
şekilde Kürtleri de kabullenmesi, bu ülkede yaşayan Kürt ulusundan
işçilerin, emekçilerin ve gençlerin en doğal insani hakkı ve beklentisi
olarak görülmelidir. Ve siyasal-hukuksal olarak bu hakkın tanınması,
Kürtlerin ayrışıp kendi içine kapanmasına değil hem Türk, hem Alman vd.
halklarla ilişkilerini güçlendirmesine hizmet edecektir. (Köln/EVRENSEL)
KÜRT KİMLİĞİNİN TANINMAMASI ALMANYA’NIN AYIBIDIR
Sol Parti Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Parlamentosu Milletvekili Hamide
Akbayır: 1 Eylül’de Berlin’de Kürt Kimliği’nin tanınması için başlatılan
kampanyayı ben de bütün olanaklarımla destekliyorum. Bu kampanyanın
asıl amacı, Kürtlerin Almanya’da bir ulus-devleti olarak tanınması
değil. Biz her şeyden önce Kürtlerin de diğer göçmenlerle eşit
tutulmalarını istiyoruz. 40 yıldır Almanya’da yaşayan birisi olarak
bunun artık hayat bulması gerektiğini düşünüyorum. Ne var ki Türkiye ile
Almanya ve diğer Avrupa Birliği devletleri arasındaki çıkar ilişkileri,
Kürtlerin yok sayılmasına, kriminalize edilmesine neden oldu. Kürtler
yıllardır bu çıkar siyasetin kurbanı durumunda. Avrupa’da Kürtlerin
haklarının verilmemesini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Bu
yüzden de Kürtler Avrupa’da da yıllardan beri kimliklerini rahatça
yaşayamayan bir ulus durumunda.
Ben Almanya’nın Kürtleri ayrı bir ulus ve grup olarak tanımamasını ayıp
olarak değerlendiriyorum. Demokratik bir devlet olan Almanya’nın çok az
bir nüfusu olan halkları tanırken, öte yandan, yüz binlerce Kürdü
tanımaması kabul edilebilecek bir durum değildir.
Buna rağmen 6 eyalette Kürtler kendi dillerinde eğitim yapabiliyor. Bu
elbette yeterli değildir. Okullarda Kürtçe dersin verilmesi için 16
öğrencinin olması şartı bulunuyor, bu da bazen çok zor olabiliyor. Bence
bu konuda İsveç örnek alınmalı. İki öğrenci istese dahi anadilinde
eğitim görebiliyor.
İstatistiklere bakıldığında Almanya’da yaşayan Kürtler hiç bir zaman
Kürt olarak geçmemiştir. Geldikleri ve taşıdıkları pasaportlara göre
tanımlanıyorlar. Bu yüzden baskı gördükleri ülkelerden kaçıp gelenler
burada ikinci kez asimilasyon ile karşı karşıya kalıyorlar. Buna artık
son verilmesini istiyoruz. Çünkü kimlik bir insan hakkıdır. Herkesin
kimliğini özgürcü ifade etmesi gerekiyor.
Kürtlerin kimlik haklarının tanınması onların Almanya’ya uyumlarını
kolaylaştıracak ve önemli adımların atılmasına neden olacaktır. Gerçek
ve doğru entegrasyon ancak o zaman mümkün olur. Aksi halde, Kürtler
kendisini asimle edilen bir halk olarak görür ki, bu da entegrasyona
zarar verir.