Main » 2011 » October » 1 » Anlatılmayan bir tarih: Osmanlı'da kölecilik
4:15 PM
Anlatılmayan bir tarih: Osmanlı'da kölecilik
Anlatılmayan bir tarih: Osmanlı'da kölecilik
Doğan Barış Abbasoğlu -ANF
13:17 / 01 Ekim 2011
Tarihe özel bir ilgi duyan insanların dışında Osmanlı döneminde
kölecilik konusunda bilgi sahibi olanların sayısı oldukça azdır.
Osmanlı'ya nazaran çok daha kısa kölecilik dönemleri yaşamış olan birçok
ülkenin tarih kitaplarında ayrıntılı anlatımlara yer verilirken Türk
tarih tezinde kölecilik konusunun es geçilmesi oldukça dikkat çekici.
Oysa kölecilik Osmanlı'nın bütün katmanları tarafından kabul edilen ve
dinen ve hukuken kaidelere bağlanmış yüzyıllarca süren bir uygulamaydı.
Bu uygulamanın en yaygın kurbanları da kadınlardı.
Günümüzdeki
Osmanlı köleciğinin farkındalığının zayıflığı her şeyden önce köleciğin
sosyal ve kültürel izlerinin son derece zayıf olmasından
kaynaklanmaktadır. Batılı ülkelerdeki köleciliğin ırksal ve
kümeleştirici özelliğinin ön planda olması nedeniyle köleleştirilen
toplulukların tarihi ve kültürü farkındalığın oluşmasını sağlıyor.
Kölelerin müziği, sanatı, gelenekleri sistemlerin bize aktardıklarından
daha fazla bilgi edinmemizin önünü açıyor.
Osmanlı'daki
kölecilik sistemi ise kaynağını İslam Dünyasındaki uygulamalarından
aldığı için köleleştirmede ırksal ya da dinsel çok kesinleşmiş çizgiler
yoktu. Osmanlı'da insanların din ya da ırk ayrımı yapılmaksızın
köleleştirilmesinin önü açıktı.Kölecilik sistemini bir nevi "hizmet
sektörü” olarak algılayan Osmanlı üst yapısının kurduğu yapı Batı'daki
örneklerinden tamamen ayrıydı. Bu nedenle ezilen köle kesimi hiçbir
zaman bir ortaklık içinde olmadı, birbiriyle bağ kuramadı, ortak bir
kültür ve miras yaratamadı. Sistemde ırksal bakış açısının belirgin
olmaması nedeniyle kölelerin topluma özgür bireyler olarak
entegrasyonunun da önü açıktı.
KÖLENİN YOLCULUĞU
Osmanlı
İmparatorluğunun köle kaynakları oldukça çeşitliydi. 14. yüzyılda
Anadolu ve Balkanlarda kurulmaya başlayan Osmanlı egemenliğinin bir
sonucu olarak gayrimüslim gençler esir olarak alınırdı. Bu esirler henüz
gelişmekte olan devletin en çok ihtiyaç duyduğu alanda yani orduda
kullanılırdı. Osmanlı'nın askeri talepleri ilk kuruluş
dönemindeki gibi aciliyet arzetmeyecek duruma geldiği zaman köleler her
türlü hizmette kullanılmaya başlandı.15-17. yüzyıllarda kölelerin
sahiplerinin evini bekledikleri, bahçıvanlık yaptıkları, ekin
sürdükleri, hamallık yaptıkları çokça görülürdü.
Kadın köleciği
ise Osmanlı'da 15. yüzyılda artık yavaş yavaş gücün çokeşli erkek
egemenliğiyle ölçülmesiyle büyük bir hız kazandı.Toplumsal kabulde güçlü
olan bir kişinin hareminin büyük, eşlerinin sayısının fazla olması
gerekirdi. Padişahın devasa haremini geçmemek koşuluyla tüm Osmanlı
ileri gelenleri genişbir harem oluşturmak için büyük paralar harcardı.
Seferlere giden komutanların böyle bir sorunu yoktu. Onlar ganimet
olarak sefer yapılan topraklardan kendilerine kadın seçer ve
himayelerine katarlardı.
Kadın kölelere Osmanlı üst yapısının
yoğun talebi sonucunda köle tacirleri arttı. Kapalıçarşıya yakın bir
mesafede bugünkü Nur-i Osmaniye Camiinin olduğu yerde kurulan pazar
Osmanlı elitinin yaşadığı mekanlara yürüyüş mesafesindeydi. (Bizans
döneminde de aynı yer köle pazarı olarak kullanılırdı.)
15.
yüzyılın sonları ve 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğinin doruk noktasına
ulaştığı dönemlerde özellikle Akdeniz'de korsanların faaliyetleri
artmıştı.Korsanlar o kadar güçlüydü ki sadece gemilere değil
karadakişehir ve kasabalara saldırarak güzel kadınları ve küçük yaştaki
erkek çocukları yanlarında götürürlerdi. Bunların en güzellerinin ise
rotası belliydi: İstanbul'daki köle pazarı. 17 ve 18'inci yüzyıllarda
Osmanlı elitinin iyice yerleştiği Kahire'de de büyük bir pazar vardı
fakat İstanbul'daki kadar büyük paralar dönmüyordu.
İstanbul'da
güzel bir kadın kölenin ederi yaklaşık 10 bin akçeydi. Rekabet çok
kızıştığı zaman bu rakamın 20 bine kadar çıkıyordu. Kaba bir hesapla
günümüz ederiyle 23 bin TL. (Tüm Osmanlı kölecilik tarihi boyunca en
yüksek fiyatlı köle ise bir erkekti: 48 bin akçe).
Kadın
kölelerin Osmanlı'ya bir diğer geliş yolu ise yabancı ülkelerin "hediye”
etmesiydi. 17. yüzyıl Sadrazamı Melik Ahmed Paşa bir keresinde 70
bakire kız ve oğlan hediye almıştı. Osmanlının egemenliği altındaki
ülkelerin yabancı malikleri sık sık padişaha, sadramzama,
beylerbeylerine kadın köleler gönderirdi. Çoğu zaman bu kadın kölelerin
en beğenilenlerin alıkonulup diğerleri "eşdosta” hediye edilirdi.
KÖLENİN STATÜSÜ
Osmanlı
İmparatorluğundaki kölecilik uygulamasında İslami kuralların etkisi
nedeniyle kölenin toplum içindeki statüsü farklılıklar gösterirdi.
Osmanlıdaki kanun kölenin "insan” olduğunun farkındaydı ve onu başka bir
varlık, ikinci sınıf, herhangi birırktan aşağı görme yaklaşımı yoktu.
Bu nedenle Osmanlıda ne genel ne de dönemsel olarak kölelere açık kötü
muameleden bahsetmek güçtür.
Osmanlı hukuku köle sahiplerinin
bakış açısıyla yazılmış olsa da kölelere de önemli haklar tanıyordu. Her
şeyden önce kölenin kötü muameleden şikayetçi olup sahibinden
alınmasını isteme hakkı vardı. Bir kölenin öldürülmesinin hafifletici
bir tarafı bulunmuyordu. Ayrıca İslam hukuku kölenin kendi özgürlüğünü
satın alabilmesi imkanını doğuruyordu. Diğer taraftan mükatebe olarak
adlandırılan anlaşmalı köleler belli bir süre sonra özgürlüklerine
kavuşabiliyor ya da isterlerse sahipleri ile olarak sözleşmelerini
uzatabiliyordu.
Kadının köleliği Osmanlı'daki ya da İslam
dünyasındaki kölecilik sistemlerinde cinsel istismarın ağır bir şekilde
yaşandığı bir durumdur. Batılı kölecilik sistemlerinde ırkçı, aşağı
gören yaklaşım esas olduğundan köleleriyle ilişkiye giren sahiplerin
sayısı oldukça azdı. Osmanlıda ise sahiplerin kadın köle almalarındaki
temel motivasyonlardan biri cinsellikti.
Kadın kölelerin hukuku
da biraz bu duruma göre değerlendirilirdi. Kadın, sahibi olan erkekten
bir çocuk (ümm-i veled) doğurması durumunda köle olmayan eşlerle aynı
statüde değerlendirilirdi. Kadın köle kendisi ile evlenmek isteyen bir
kişinin çıkması durumunda ise sahibinin izni gerekirdi. Bu durumda köle
ile evlenmek isteyen erkek köle sahibine yüklü bir miktarda para öderdi.
Kadın kölenin başka bir sahip tarafından alınması ise nadir rastlanılan
bir durumdu.
Sahiplerinin evinden kaçan kölelere genelde kırbaç
cezası uygulanırdı. Köle sahibi köleden aldığı verimi düşürme endişesi
taşıdığından bu cezaların daha ziyade hafif uygulandığından
bahsedebiliriz.
Kaçak köleleri yakalamak için "yavacı” olarak
adlandırılan insan avcıları özellikle İstanbul ve Bursa'da meşhurdu.
Silahlı yavacılar kaçkınların izini sürer ve onları sahiplerine
yakalayıp geri götürürdü.
TOPLUM İÇİNDE KÖLELER
Osmanlı'da
kölelerin büyük bir çoğunluğu 7-8 sene gibi bir süre içinde özgür olup
topluma karışırlardı. İstisnai durumlarda ise yaşlanmayla birlikte köle
kesinkes azad edilirdi. Bu nedenle çok ciddi bir köle kökenli nüfus
oluşmuştu. 16 ve 17inci yüzyıllarda İstanbul'un nüfusunun yüzde 20'sinin
Bursa'nın nüfusunun ise yüzde 50'sinin köle kökenli olduğunu biliniyor.
Köleler azad edildikten sonra da imparatorluğun ticaret ve idari
merkezilerindeki alt tabaka nüfusu oluşturmakla görevlendiriliyordu
sanki
İzmir'de Sabırtaşı, Dolapkuyu, Tamaşlık, İkiçeşmelik ve
Ballıkuyu mahalleleri 19. yüzyılda tamamen Afrikalı siyahların
mahalleleriydi. Bu kölelerin tümünün ataları Osmanlıya tarlalarda
çalışma üzere getirilmiş ve yaşlanınca azad edilmişti.
1847'de
yayınlanan bir fermanla Osmanlı toprakları üzerindeki tüm köleler azad
edildi. Hiçbir zaman köleler konusunda net bir istatistik tutulmayan
Osmanlı'da askeri amaçla kullanılan köleler de katıldığında 500 sene
içindeki kölelerin sayısının milyonlarla ifade edildiği düşünülüyor.
Yani kökenleri Anadolu'da olan insanların hatırısayılır bir bölümünün
atalarının bu topraklara Orta Asya'dan dört nala değil bir köle olarak
geldiği söylenebilir.