Birçok
ülkede patronlardan ve toprak ağalarından kurulu meclislerde demokrasi
kılıfı altında emekçilerin haklarını almayı amaçlayan yasa girişimleri
sürekli gündemdedir. Şu sıralar üst üste 3’üncü seçim zaferini
kutlayan AKP iktidarının geçtiğimiz döneminin icraatı olan, Sağlıkta
Dönüşüm ve küçük-büyük "Torba Yasa”ları gibi… Ancak toplumsal
dinamiklerin güçlü olduğu dönemlerde emekçilerin haklarını törpüleyen
yasa girişimleri halkın barikatlarından döner, yürürlüğe girse bile asla
işlerlik kazanamazlar. Tıpkı DİSK’i işlevsizleştirmeye çalışan yasanın
15-16 Haziran 1970'de büyük işçi direnişiyle savuşturulması gibi…
Ne olmuştu o dönem? Hadi geçmişten dersler çıkarmak ve gelecek için umutlanmak amacıyla hatırlayalım...
1969-1970 yıllarında dönemin CHP’si ile AP’si tarafından hazırlanan iki
yasa değişikliği teklifi 11 Haziran 1970’de Meclis’in gündemine geldi.
Bu yasa teklifleriyle 1963'te çıkarılan ve çalışma yaşamı ile temel
sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı
Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapılmak isteniyordu. Yasa tasarısında
genel itibarıyla şunlar yer alıyordu:
»Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o
işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil
etmesi (Madde:9)
»İşçi federasyonlarının faaliyette bulunabilmesi için kendi
işkollarındaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil
etmeleri, (Madde:9)
»İşçi konfederasyonlarının kurulabilmesi için işkollarında en az üçte
bir üyeye sahip sendika ve federasyonların en az üçte birini ve
sendikalı işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmeleri
gerekmektedir. (Madde:9)
»Sendika üyeliğinden ayrılmak için 'münferiden' noter karşısına çıkılması ve imzasının onaylanması. (Madde:6)
»Sendika genel kurullarının iki yıl yerine üç yılda bir yapılması. (Madde: 25)
»Sendika kurucusu olabilmek için, sendikanın kurulacağı işkolunda en az 3 yıldan beri fiilen çalışır olunması. (Madde: 11)
»Türkiye'de en çok işçiyi temsil eden işçi konfederasyonu veya
konfederasyona bağlı sendikaların uluslararası mesleki teşekkül
kurabilmeleri. (Madde: 11)
Yani
bu yasa tasarısı ile DİSK ve DİSK'e bağlı sendikaların tamamına yakını
ile bağımsız sendikaların tümü işlevsizleştiriliyordu. Ve böylece de
Türkiye’de çiçeği burnunda sınıf sendikacılığı bu yasa tasarısıyla
ortadan kaldırılmaya çalışılıyor, Amerikan sendikacılık anlayışının
Türkiye’deki misyoneri Türk-İş’in sendikal alanda tek başına at
koşturması amaçlanıyordu.
Üstelik
bu yasayı çıkaranlar da şimdinin AKP’li Bakanlarının bazı yasa
değişiklikleri öncesi medyaya verdiği ilginç beyanatları anımsatır
şekilde, yeni düzenlemede, sendika kurma hakkına aykırı bir yön
olmadığını söylüyor, değişikliklerle güçlü sendikacılık döneminin
başlayacağını savunuyorlardı.
Buna karşın işçiler, aydınlar, biliminsanlarının çoğunluğu, kamuoyu ise
bu düzenleme ve koşula "hayır" diyorlardı. Değişikliklerle ilgili
olarak DİSK’in Başkanı Kemal Türkler de: "Hükümet yeni tasarı ile grev
hakkını kökünden yok etme peşindedir” diyordu.
DİSK
yönetimi tarafından, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e 9 Haziran
1970 günü bir mektup gönderilerek, hükümet uyarıldı. Ama bir sonuç
çıkmadı. DİSK bu kez Ankara'ya bir Uyarı Heyeti gönderdi. Ancak heyet
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kabul edilse de hoş olmayan,
sonuçsuz bir görüşmeyle döndü.
Sonunda sözün meydanlara geldiğini düşünen DİSK yönetimi 17 Haziran'da
miting yapmak istedi. Fakat bu sefer de İstanbul Valiliği mitinge izin
vermedi.
Bu da dinamitin fitilini ateşledi.
Direniş başlıyor...
BİRİNCİ GÜN
15 Haziran 1970 sabahı İstanbul, Ankara, İzmit tüm yurtta, neredeyse bütün fabrikalarda çalışmalar durdu.
İstanbul’da işçiler ellerinde bayraklar, üstlerinde işçi kıyafetleri
yolları doldurdu. Yürüyüşler dört ana kol üzerinden gelişiyordu, genel
olarak. Birinci kol: Anadolu Yakası'nda, Ankara Asfaltı üzerinde, İkinci
kol: Eyüp-Alibeyköy-Silahtar-Cendere üzerinde, Üçüncü kol:
Topkapı-Çekmece-Zeytinburnu güzergâhı, Dördüncü kol: Levent-Boğaz
güzergâhıydı.
Şaşkın polisler telsiz konuşmalarında ise; "Dev-Genç'in tahriki var
diyorlar beyefendi, ama Dev-Genç'ten kimseyi görmedik. Sıradan işçiler,
hiçbir öncüleri, komut verenleri yok, yürüyorlar sadece..." diyorlardı.
Yine de bütün yollar tutuldu, trafik zaten durdu. Çünkü 200 kadar büyük
fabrikadan 150 bin kadar iş bırakmış işçi yürüyordu. Ankara-İstanbul
trafiği kesilmişti. Haberleşme aksamıştı. Gebze'den başlayan yürüyüş
Kartal bölgesinin işçilerini de alarak dev bir yürüyüş kolu olmuştu.
Tuzla-Çayırova bölgesindeki işyerlerinde çalışan işçiler, Ankara asfaltından Gebze'ye doğru yürüyüşe geçmişlerdi.
Yürüyüş kollarındaki işçiler; çıkartılan işçi aleyhine yasayı
gösterilerle protesto ediyorlardı. "İşçiyiz, Haklıyız!", "İşçiyiz
Güçlüyüz, Anti-demokratik Sendikalar İstemiyoruz!', "AP İktidarı Bizim
İktidarımız Değildir!", "Kahrolsun Sermayenin Diktası!” gibi sloganlarla
ilk günkü direnişlerini bitirdiler.
İzmit Bölgesi işyerlerinde çalışan işçiler ise,
•Köseköy bölgesindeki işyerlerinde çalışan işçiler, diğer işyerlerine giderek yürüyüşe katılmaları için tezahürat yaptı.
•Yarımca yönünden gelip yürüyüşe katılanlarla giderek kalabalıklaşan
yürüyüş kolu kente girdi ve Çocuk Parkında bir araya gelerek ertesi gün
buluşmak üzere dağıldı.
Bu sırada Anayasal Direniş Komitesi'de Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis
Grup Başkanları, Milli Güvenlik Kurulu, Çalışma Bakanı ve Tabii
Senatörlere şu telgrafı çekti: "27 Mayıs Anayasası'nın temel esprisi
olan direnme hakkımızı, tasarılar Meclislerden geri alınıncaya kadar
kullanmaya kararlıyız. Sizi uyarmayı tarihsel ve ulusal ödev sayarız."
Tabii Ankara'da da direniş vardı. Ulusal Basım Evi ve Ulus Gazetesi işçiler tarafından 2,5 saat boyunca işgal edildi.
Diğer yandan İzmir'de ise DİSK'e bağlı sendikalarca, işyerlerinde oturma eylemleri yapıldı.
HAZIRLAYAN: BURAK ÖZ