Qerejdağ'da bir erbane dervişi
Xale çeçe
Ceylanpınar -
Dervişliği eski çağlarda kalmış bilirdik çoğumuz... Neitzche’nin
Zerdüşt’ünde felsefe yapan, Lübnanlı Ozan Halil Cibran’ın kaleminde
canlanan, ama yine de gerçek dünyaya dokunmadan ruhumuzun mistik
ihtiyacını doyuran kahramanlarımızdı onlar... Kimi çağdaş
entelektüellere ‘post-modern derviş’ yakıştırması ise laf-ı güzaf
sayılırdı.
Oysa polis denetimindeki kent sokaklarını, cafeleri,
izole edilmiş ‘koruma altındaki muhalif yaşantımız’ı terk etmeliymiş... O
zaman görülecekmiş ki, Zerdüst’ü delirten, Cibran’ı depresyona sokan
dervişler, Kürdistan dağlarında dolaşmaya devam ediyorlar hâlâ.
Bir
omzunda sarı uzun abası, diğerinde beyaz telis içine sıkıca sarılmış
erbanesi, nicedir beklenen bir misafir gibi daldı Konê Reş’e...
Önlerinde koyun sürüleriyle mevsimden mevsime bir yaylaktan diğerine
dolaşan Koçerlerin çadırına yani...
İçerde büyükten küçüğe,
misafirden ev sahibine doğru bir hiyerarşiyle dizilmiş cemaati selamladı
usulünce... Geçip yüklüğün dibinde oturdu. Bu kez bağdaş kurduğu yerden
hal hatır sordu teker teker ve "cimatê te rehmet” diye sonlandırdı her
selamlaşmayı.
Kirli sakalı, soğuktan büzüşmüş siyah parmakları
ve ikide birde başından kayıp duran çefisi, onun yorgunluğunun diliydi
sanki... Uzak mekanlar dolaşmışlığını, uzak yoldan gelmişliğini, yememiş
içmemişliğini, ama hiçbir şey talep etmezliğini, sessizliğini,
mütevazılığını anlatıyordu ona dair her şey...
Kim bu adam,
nereden geldi, kim çağırdı, kimin tanıdığı? Bilen, eden yok... Ama benim
dışımda kimsenin durumu yadırgadığı da yok. Herkes alışkındı sanki olup
bitene, kimsenin hiçbir şeyi garipsediği de yoktu çünkü... Belli ki
onun kimliği, sırtındaki erbanesiydi...
Sağdan soldan
laflamalar, birkaç mesel, birkaç isim arasına karışan anılar
anlatılıyor... Ve nihayet dönüp dolaşıp derwêşlere geliyor konu.
Dizlerini dibine kırmış sessiz sedasız dinleyen garip misafirin dili
işte o zaman açılıyor. Abasını yanındaki yastığın üzerine bırakan Xalê
Çeço’nun dili çözülüyor.
"Derwêşê keyn” diye bir isimden,
Kon’daki herkesin bildiği varsayılan "eski derviş”ten bahsediyor. Belli
ki Karacadağ tarafındaki köyleri dolaşıp duran iki efsane erbaneciyi
biliyor herkes: Derwêşê keyn ve Derwêşê nû... Eksi ve yeni dervişler
yani...
Kimbilir belki de günlerdir o Kon senin bu Kon benim
dolaşıp duran Xalê Çeço’nun bitkin halinden eser kalmıyor. Usul usul
açılıyor eli ayağı, kelime dağarcığının yetmediği yerlerde beden
hareketleriyle alevlendiriyor konuşmasını, heyecandan yerinde duramıyor.
İki elini yana açarak tasvir ediyor; "Erbanesinin genişliği aha bu
kadardı” diyor Dewrêşê keyn için... Billah abartı yok, bilen yaşlılar da
onaylıyor Xalê Çeço’yu...
Ve sonunda, anlatmaktan bitkin düşünce
de eli uzanıyor erbanesinin telisine. Önce bir tas içinde su istiyor;
birazını içip, birazıyla da erbanesini nemlendiriyor... Ve başlıyor
çalmaya; kendinden geçiyor çalarken, etrafını görmüyor Xalê Çeço... En
sonunda kamerayı görünce tedirgin, etrafındakilere soruyor; "A va qamera
ê cezaliye gelo?” Ve susuyor Xalê Çeço...
Xalê Çeço, ta
çocukluğundan bu yana il il, ilçe ilçe, köy köy, mezra mezra, Kon be Kon
dolaşıyor... Gittiği yerlerde kalıyor geceleri, kimi yerlerde tanıdık,
akraba buluyor, kimi çadırlarda mêvan a wxe
dê... Xalê Çeço gibi kim
bilir daha kaç derviş dolaşıyor buralarda.
Herkesin alışkın
olduğu bu gezgin müzisyenlerin bazıları erbanelerinde zil taşıyor,
bazıları günah sayıyor zili. "Her şeyden önce ses vardı” sözünü biliyor
erbane meraklıları... Onlar, insanlığın ilk çalgısı sayıyorlar erbaneyi.
İlk insan icadı bu çalgı, ilk avlanmayla, hayvan derisiyle üretilen bu
müzik aleti, hâlâ ilahiyatın, aşkın biricik sesi, dili olarak tanınıyor
bu dağlarda... İnsan sesiyle tanrının sesinin buluşturulması için
kullanılıyor erbane.
İnsanın kendi içindeki karanlıkların bu
sesle açığa çıkartıldığına inanılıyor. Kimilerine göre, yerleşik hayatın
ilk sanatsal ritüelleri bu aletle icra edilirmiş. Zerdüştler de bu
yüzden düşkünmüş erbaneye. Bahar kutlamalarını erbaneyle yapmaları bu
yüzdenmiş. Belki yezidiler de bu yüzden erbaneye bu kadar bağlanmışlar
ve onlar, melek-i tavusun çocukları, tek tanrılı dinlerde insan sesiyle
tanrı sesinin buluşturulması yorumundan önce, insan sesiyle doğanın
sesinin buluşturulmasının aracı olarak görürlermiş erbaneyi...
Ve
rivayete göre Derwêşê Evdi, savaşa giderken topluluk bir araya gelip
erbane çalınmış onun için. İşte bu, savaşta bu kadar güçlü yapmış
Dewrêşi... Uyuyan kişiliği, benliği uyandırırmış çünkü erbane... Belki
de bu yüzden, erbanesini torbasına yerleştirdikten sonra izin isteyip
kalktı Xalê Çeço... Sessiz... Dewrêş gibi...
* Haber: İlhami Vural / ANF arşivinden
ANF NEWS AGENCY