Orhan Miroğlu, 10 Aralık
2008 tarihli sütununda, Midyat-İdil yolu üzerindeki Mor Gabriel
Manastırı’nın, çevresindeki toprakları haksız yere üzerine geçirdiği
iddiasıyla köylüler tarafından haklarında açılmış üç davadan ve
Süryani-Kürt ilişkilerinden söz ettiği ‘Kardeşim Kuryakos’ adlı güzelim
yazısına, Mor Gabriel Süryani Manastırı’nın Vakıf Başkanı Kuryakos
Ergün’ün "Bu manastır varken Osmanlı da yoktu, Türkiye Cumhuriyeti de
yoktu. Biz burada işgalci değiliz, yüzyıllardır bu topraklardayız”
şeklindeki yakınmasına ironik bir cevap veriyordu: "Toprağa gözü
doymayanların ülkesinde bu sözlerin ne kıymeti olur, kardeşim Kuryakos?”
FİKRİ TAKİP • Bu hafta için, Moğollar, Mevlana
Celaleddin Rumi ve Mevlevilik hakkında bir yazı hazırladığım halde,
derhal fikrimi değiştirdim ve Miroğlu’nun açtığı yoldan devam etmeye
karar verdim. Böylece, bu toprakların kadim halklarından Süryanilerle
ilgili bilgi boşluğumuzun bir bölümünü olsun doldurmayı umuyorum. Uzun
ve karmaşık bir tarihçeyi bir sayfada anlatmanın imkânsızlığı yüzünden
gazete sayfasında sadece Osmanlı’nın son yılları ile Cumhuriyet
tarihindeki bazı siyasi olaylara değindim ama gazetenin web sayfası için
hazırladığım bu nüshada, Süryanilerin kökenleri, dinleri ve etkisi
günümüze dek süren ‘Seyfo’ anlatısına ilişkin bazı temel bilgileri
bulabilirsiniz.
KÖKEN • Süryanilerin kökenine ilişkin
tartışmalar, milliyetçilik akımlarının şiddetlendiği 19. yüzyılda ortaya
çıktı. Bugün özellikle diasporada, tarihlerini Babil ve Asur
kültürlerine götürenlerle, ilk Hıristiyan topluluklarından Aramilere
götürenler arasında ateşli bir tartışma sürüyor. Bu gruplardan ilki
politik, ikincisi dinsel vurgularıyla dikkati çekiyor. Asurlular en eski
yazılı belgeleri MÖ 2000 yıllarına ait olan Mezopotamyalı bir şehir
devleti halkı. Bazı kaynaklara göre Arap yarımadasından Mezopotamya’ya
gelen Sami kavimlerinden biri olduğu, bazı kaynaklara göre Orta Asya’dan
gelen kavimlerle Mezopotamya kavimlerinin karışımı olduğu iddia edilen
Aramilerin tarih yüzüne MÖ 14. yüzyılda çıktığına dair ipuçları vardır
ancak haklarındaki ilk açık bilgiler MÖ 1200’lere ait. Tevrat’a göre,
Aramiler ile Asurlular Hz. Nuh’un oğlu Sam’ın beş oğlundan ikisinin
neslinden geliyorlar, ama MÖ 1000’li yıllarda birbirlerine düşman olmuş
bu iki kardeş.
DİL • Ancak ilginçtir, Asurlular Aramileri
egemenlikleri altına aldıktan sonra Aramice konuşmaya başlamışlar.
Dünyanın hala konuşulan en eski dili olma özelliğini koruyan Aramice,
Hıristiyanlığı ilk benimseyen halklardan biri olan Urfa (Edessa)
halkının da diliymiş. Bazıları günümüz Süryanicesinin Urfalıların
konuştuğu Aramice lehçesi olduğunu söylüyor. Bugün Tur Abdin’de (kelime
anlamıyla Kullar/Köleler Dağı anlamına gelmekte olup, Süryani
terminolojisinde Diyarbakır, Urfa, Nusaybin ve Mardin’i içine alan
bölgenin adı) halk arasında konuşulan ‘Turoyo’ ise modern Aramicenin
lehçelerinden biri.
DİN • Sami ırkından yarı
efsanevi bir topluluk olan Aramilerin en azından bir bölümü, 30’lu
yıllarda Hıristiyanlığı kabul ederek 38 yılında Antakya Patrikliğini
kurdular. Hıristiyanlığı kabul etmeyen Aramilerden ayırt etmek için, bu
gruba Süryani denildi. (Yani Süryani adı, kökeni Asur veya Arami olan
bir halkın dinsel adı. Bu yüzden de bugün Süryani denince akla etnik
vurgusuna göre dinsel vurgusu ağır basan etno-dinsel grup geliyor.)
Süryani
(kendi deyişleriyle ‘Süryoyo’) adının ortaya çıkışıyla ilgili
bilgilerin çoğu mitolojik niteliktedir. Süryani adının Lübnan’ın
güneyindeki Sur şehrinden geldiğini ileri sürenlere göre, şehrin
‘Suriin’ denilen bölgesinde Hz. İsa’nın havarileri etrafında oluşan
Hıristiyan topluma Sur şehri ile ticari ilişkileri olan Yunanlılar
Süryani demişlerdir. Bir başka teze göre ise bir Sami kavmi olan
Aramilerin memleketi, İskender’in halefleri tarafından ele geçirildikten
sonra ismi ‘Suriye’ olarak değiştirilmiş ve burada yaşayan halka da
Süryani denilmiştir. Bir diğer görüşe göre Suriye ismi, bölgeyi ele
geçiren komutan Kilikos’un kardeşi Suros’dan gelmektedir. Bazı
kaynaklara göre Süryani ismi, Pers Kralı Keyhüsrev’den, bir başkasına
göre Antakya şehrini inşa eden, Mezopotamya’da hüküm sürmüş olan Arami
Kralı Sürrüs’ten, bir diğerine göre Hz. İbrahim’in sülalesinden Dadanoğlu Asur veya
Asurîn’den gelmektedir. Filolojik yaklaşıma göre ise Asurluların
ülkesine, Yunanlılar tarafından kelimenin sonuna bir ‘y’ harfi eklenerek
"Asurya” denilmiş, daha sonra kelimenin başında bulunan ‘a’ harfi düşerek kelime Surya’ya dönüşmüştür.
BÖLÜNMELER • Hıristiyanlığı
‘Katolik’ ve ‘Ortodoks’ diye bölen tartışmalar arasında Hz. İsa’nın
tanrısal (Baba) ve insani (Oğul) doğası konusundaki ayrılıklar çok
önemlidir. Bu tartışmalara çözüm bulmak amacıyla toplanan 431 tarihli
Efes ve 451 tarihli Kadıköy (Halkedon) Konsili’nde aforoz edilen Süryani
ilahiyatçı Mar Nasturius’un izinden giderek Hz. İsa’nın tanrısal ve
insani doğasının birbirinden ayrı olduğunu savunanlara Nasturi
denilmişti. (19. yüzyılda Nasturi Kilisesi, adını ‘Doğu Asurî Kilisesi’
olarak değiştirmiştir.) Kadıköy Konsili’ni izleyen yıllarda baskılardan
sonra yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Antakya Süryani
Kilisesi’ni 540’lardan itibaren yeniden ayağa kaldıran Urfalı rahip
Yakup Baraday’ın adından dolayı, Bizans otoriteleri tarafından Süryani
Ortodokslara ‘Yakubiler’ denmeye başladı. (Bu adlandırma Osmanlılar
döneminde de kullanıldı ancak bugün kullanılmıyor.)
Yine Kadıköy
Konsili’nde, Bizans İmparatoru Markianos’un yanında yer alarak, Kadıköy
Konsili’nin kararlarını destekleyenlere, Süryaniler ‘Malkoye Melkit’
(Melkitler) adını verince ortaya yeni bir kilise çıktı. Bu ifade,
Süryanicede ‘Kralın yandaşları’ anlamına geliyordu. Melkitler uzun süre
Bizans kilisesinin şemsiyesi altında Süryanice liturjik dille
eğitimlerine devam ettiler. Arap istilalarından sonra Bizans
kilisesinden ayrıldılar. Dillerini daha sonraları Süryaniceden Arapçaya
çevirdiler. Bu topluluk günümüzde Rum Ortodoks adıyla anılmakta.
Lübnan’daki Melkitlerin içinden, 7. yüzyılda Mor Marun adlı rahibin
çektiği bir grup Maronit Patrikliği’ni Diğer yandan Rum Ortodoks
(Melkit) Kilisesi bireylerinden bir bölümü, başka bir anlaşmazlık
yüzünden Roma Papalık Kürsüsü’ne bağlandılar. (Katolik Papalığın
otoritesini kabul eden ancak kendi içlerinde Ortodoks ilahiyatın
gereklerini uygulayanlara ‘uniat kiliseleri’ deniyor. Konumuza giren
Keldani, Marunî, Melkit, Kıpti Katolik, Süryani Katolik, Malabar Katolik
Kilisesi ‘uniat’ kiliseleri arasında.)
1445 yılında, Kıbrıs
Metropoliti Timetheos’un önderliğindeki bir grup Nesturilerden ayrıldı.
Papa tarafından kendilerine Keldaniler (İncil’de Babil şehrinin yerine
kullanılan Kalde şehrine atıfla ‘Kalde şehrinin ahalisi’) adı verildi.
1782 yılında Episkopos Mihael Carve’nin önderliğini yaptığı bir grup
Suriyeli Süryani, Süryani Katolik Kilisesi’ni kurup (kendi hiyerarşileri
içinde) Papalığa bağlandı. 19. yüzyılda Protestan misyonerlerinin
Süryaniler arasındaki propaganda çalışmaları sonucu ortaya bir de
Süryani Protestan cemaati çıktı ama bu küçük grup bağımsız bir
örgütlenme gerçekleştiremedi. Bazı kaynaklarda 1600’lerin başında,
idarecilerin zalimliği yüzünden bazı Süryanilerin İslamiyet’e geçtiği
iddia edilir. Bugün bu gruplara Mhalmi denilmektedir.
Süryanilerin
ilk Patriklik merkezi Antakya’daydı. Patriklik makamı, tarih içinde
Halep, Malatya, Diyarbakır ve Mardin arasında gidip geldikten sonra,
1293 yılında Patrik Mor İgnatiyos Yusuf Mar Vahap tarafından sürekli ve
resmen Mardin’deki Deyrülzafaran (Deyrü’z-Zafaran) Manastırı’na taşındı.
Ancak, bu tarihten sonra pek çok patrik, Diyarbakır’daki Meryem Ana
Kilisesi’nde veya Mardin’deki Kırklar Kilisesi’nde ikamet etmeyi tercih
etti. Çünkü Diyarbakır hem merkezi devletle, hem dünyayla ilişkiler
açısından daha gelişmiş bir yerleşim yeriydi.
Süryani Ortodoks
Kilisesi Patriğinin cemaat içinde kullandığı unvan ‘Tüm Doğu ve Süryani
Yakubî Kiliseleri ile Antakya Havari Patriği Kadasetli Mar İgnatiyos’
idi. ‘Mar’ veya ‘Mor’ ‘aziz’ anlamına gelmekte, ‘İgnatiyos’ ise, 1293’te
Patrik Mar Vahab’ın, 107 yılında Roma’da öldürülen Antakya Piskoposu
İgnatiyos’un adını kullanmasından sonra kullanılması gelenek haline
gelen bir unvandır.
OSMANLI DÖNEMİ: ERMENİLERİN GÖLGESİNDE
Süryani
tarihçilere göre, Süryaniler en büyük zulmü Bizanslılardan görmüş, buna
karşılık Abbasiler ve Selçuklular döneminde baskı rahat yaşamışlardı.
Osmanlı Devleti’nde (Mısır’daki Kıptîler ve Bosnalı Bogomillerle
birlikte) devletle ilişkilerini yürütmek açısından Ermeni Ortodoks
(Gregoryen) Patrikliğine bağlandılar, ancak kendi iç işlerinde özerk
bırakıldılar. İki patriklik arasındaki bu ilişkinin Fatih Sultan Mehmet
zamanında mı yoksa Yavuz Sultan Selim zamanında mı kurulduğu tam
bilinmiyor ama ikincisi zamanında olması daha kuvvetli ihtimal.
AYRILMA ÇABALARI • Süryani
Ortodoks Kilisesi, 1782 yılında, az sayıda episkopos tarafından patrik
seçilen Mihayel Carve’nin, seçime katılmayan episkoposlar tarafından
gayrimeşru ilan edilmesi üzerine bir kriz yaşadı. Carve’nin Suriye’deki
Katolik Süryanilerin başına geçmesi ve 1845’te Papa tarafından kendisine
‘Süryani Katolik Patriği’ unvanı verilmesi üzerine, Ortodoks Süryaniler
kendilerine ‘Süryani Kadim’ demeye başladılar. Süryani Katolikler,
imparatorluğun Katolik cemaati ile birlikte 1831’den itibaren ayrı bir
Patriklik altında toplandı, Süryani Kadimler ise Ermeni Patrikhanesi’ne
bağlı kaldı. Katolik Süryaniler Suriye ve Lübnan bölgesinde misyoner
faaliyetleri yürüten Fransızların desteğiyle Avrupa’ya açılmış, Süryani
Kadimler ise bırakın Avrupa devletleriyle teması, Osmanlı Devleti ile
ilişkilerinde bile Ermeni Ortodoks Patrikliği’ne muhtaç kalmışlardı.
İstanbul’daki konumlarını güçlendirmek ve görece bağımsız bir politika
izlemek için 1844’te İstanbul’daki Meryem Ana Kilisesi’ne yerleşen
Süryani Kadimler (ki Ermenilerin iddiasına göre kilise Ermeni cemaatine
aitti) eski Babil ve Asur halkından olduklarını, köklerinin
Hıristiyanlık öncesine giden Sabiînlere (Yıldıza tapan) uzandığını
belirterek, idari açıdan Ermeni Patrikliği’nden ayrılmak için iki kez
girişimde bulundular ama başarılı olamadılar.
Ermeni Ahkâm
Defterlerinde ‘Ermeni milleti kullarına bağlı Süryani taifesi’ veya
‘Ermeni yamakları’ gibi terimlerle anılanSüryani Kadimlerinin kendileri
adına aldıkları ilk berat 1897 tarihini taşır ancak, bu berat
statülerinin değiştiğini göstermez. Süryaniler, ilk defa 18 Mart
1330/1914 tarihinde Adliye ve Mezahip Nezareti’ne başvurarak, Süryani
Kadim Ortodoks Kilisesi’nin Osmanlı bürokrasisindeki yerini tescil
ettirdiler. (64 maddelik nizamname için bkz. Murat Bebiroğlu, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri, Akademi Matbaası, 2008, s.195-213.)
MONDROS SONRASI ARAYIŞLAR • Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgisini tescil eden 30 Ekim
1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nde, Arap asıllı nüfusun yoğun yaşadığı
Mardin ve civarı hakkında verilmiş bir karar yoktu. İngilizler ve
Fransızlardan hangisi daha ikna edici olursa, bölge o tarafın payına
bırakılacaktı. Önce Irak’taki İngiliz yetkilisi Binbaşı E.W. Corbett
Noel geldi şehre. 11Mayıs 1919’da V. Kolordu Komutanı Miralay Kenan Paşa
ile görüştü, ardından kenti teslim etmeleri için şehrin ileri
gelenlerini ikna etmeye çalıştı. Şehir halkı iki arada kalmıştı. Suriye
ve diğer Arap toprakları İngiliz ve Fransızların idaresine geçmişti.
|