Uludere'nin tarihin bir kuytusuna gömülmesine izin verirsek, gelecekteki katliamların kuyularını kazmış oluruz.
Hepsini
unutuyoruz. Uludere konusunda da hükümet işte bu bilgiyi cebinde
şakırdatıyor. Biraz daha ayak dirersek Uludere’de askeri uçaklarla
bombaladığımız 34 kişi de unutulur gider. Hem zaten onlar da sütten
çıkma ak kaşık değil, 13-14 yaşında namlı kaçakçılardı.
Şimdi devleti göbeğinden yaran çatışmanın arkasında örtbas edilmiş, unutturulmuş katliamlar var.
Güçlükonak
adını duyduğunda oranın bahtsız halkı dışında kimin tüyleri ürperiyor?
Pekiyi bilen kaç okur var sözgelimi, Güçlükonak haritada nereye düşüyor?
Hatırlatalım mı?
Birkaç yıl önce Güçlükonak katliamını Devlet Bakanı Adnan Ekmen, Yeni Aktüel dergisine dökülüvermişti:
"Gerçeği bildiğim halde bunu kamuoyuyla paylaşamadığım için vicdanen rahatsızım.”
13
yıl esneyebilmiş bir vicdana pek saygı duymasak bile Adnan Ekmen’in
açıklamasıyla Güçlükonak katliamının müsebbipleri resmen açıklanmış
oldu.
Güçlükonak katliamı
Güçlükonak katliamını kayıtlara düştüğü şekliyle bir özetleyelim.
PKK,
15 Aralık 1995 yılında tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Kimileri fazla
vakit kaybetmedi. 12 Ocak 1996 günü Şırnak’ın Güçlükonak ilçesine bağlı
Gêrê (Çevrimli) ve Yatağan köylerine baskın yapan askerler, eski
korucular Abdullah İlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah İlhan, Halit
Kaya ve Ramazan Oruç’u gözaltına aldı.
PKK’ya yardım ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan köylüler, Taşkonak Jandarma Taburu’na götürüldü.
15
Ocak günü ise Koçyurdu Köyü korucularından Hamit Yılmaz, Abdulhalim
Yılmaz, Mehmet Öner ve Lokman Özdemir, "görev var” denilerek Ramazan
Nas’a ait minibüsle aynı tabura götürüldü. Gözaltındaki köylüler ve
‘görev’ için götürülen korucular, Taşkonak Taburu’nda, Nas’a ait 56 AH
320 minibüse bindirilerek yola çıkarıldı. Minibüs tabur ile Koçyurdu
Köyü arasında silahlı bir grup tarafından durdurularak kurşun yağmuruna
tutuldu ve ardından içindekilerle birlikte yakıldı.
Olaydan bir
gün sonra Ankara’da ne kadar yabancı gazeteci varsa onlara bir tur
düzenlendi. Hepsi Güçlükonak’a götürüldü. Onlara, "Bakın PKK ateşkesi
bozdu. İşte kanıtı” dendi. Yalnız gazeteciler halkla konuşturulmadı. Ne
de olsa yakın geçmişte yiğit başbakanımızın da Şemdinli halkı için
söylediği gibi onların da tanıklığı geçerli değildi.
Oysa PKK, bu
tür ‘zaferler’i üstlenmek konusunda hevesli bilinmesine rağmen bu
saldırıyı üstlenmedi. Olayla ilgisinin olmadığını belirtti.
Genelkurmay’ın
benzersiz bir hızla dünyaya PKK marifeti olarak ilan etmiş bulunduğu
Güçlükonak katliamı davası, kimilerinin gözünde kapanmamıştı. Öldürülen
köylülerin yakınları da katliamdan devleti sorumlu tutuyordu.
Aydın
ve sanatçıların oluşturduğu Barış İçin Bir Arada Çalışma Grubu, 13
Şubat tarihinde katliamı incelemek üzere Güçlükonak’a gitti. Heyet,
yaptığı incelemelerin ardından katliamın devlet güçlerince
gerçekleştiğini duyurdu ve Genelkurmay Başkanlığı hakkında suç
duyurusunda bulundu. Katliam kurbanlarının yakınları, askeri
yetkililerin baskılarına rağmen 12 Temmuz 1996 tarihinde Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
Türkiye mahkûm edildi.
Öldürülenlerin yakınlarının açtığı davada, 10 kişiye 15’er bin euro
manevi tazminat verilmesi kararlaştırıldı. Mahkeme, Türkiye’yi İbrahim
Kaya’ya 5 bin 160 euro maddi tazminat ödenmeye mahkûm ederken, diğer
sekiz kişiye de 3’er bin euro ödenmesine karar verdi.
Ama ne gam.
Katliamın kontrgerilla tarafından yapıldığını iddia edenler yargılandı.
‘Ordunun manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif’ iddiasıyla yargılanan
Şanar Yurdatapan, Petrol-İş Sendikası eski Genel Başkanı Münir Ceylan ve
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi eski Başkanı Ercan Kanar 10’ar ay
hapis cezasına çarptırıldı. Cezaları Yargıtay’ın bozma ilamı üzerine
beraatle sonuçlandı.
Bu konuda hakikatin ortaya çıkması için çabalayanlar yılmadı. Üst üste Genelkurmay aleyhine suç duyurusunda bulundular.
Güçlükonak
katliamının failleri üstüne de elimizde epeyi belge var.
Kontrgerillanın yanına aldığı korucu ve itirafçılar, yıllar sonra
kullanıldıklarını anlattılar. Bir kısmının öldürüldüğü, tetikçilerden
ikisinin hayatta olduğu biliniyor.
Celal Başlangıç, bu konuda 2001
yılında bir kitap yayımladı. Birkaç yıl önce de Güçlükonak’ın da
Ergenekon davasına dahil edilmesini talep etti.
Başlangıç,
Güçlükonak’ta yaşanan katliamın savaşın sürmesi için, bir de
uluslararası camiayı yönlendirmek için hazırlanmış bir tezgâh olduğunu
ileri sürüyordu. Bir ayrıntıya da dikkatimizi çekiyordu: "Güçlükonak
katliamından bir gün sonra Avrupa Parlamentosu’nda bir karar tasarısı
görüşüldü. Yeşiller Partisi ve sosyalistlerin verdiği bu karar
tasarısında, PKK’nın ateşkesine Türkiye’nin ne cevap vereceği
soruluyordu. Tam bu karar öncesi tezgâhlandı Güçlükonak katliamı”.
Beytüşşebap’a gelince
Aradan 11 yıl geçti. Sığıyla deriniyle devletimizin yordamı hiç değişmemişti elbet. Aynı film, bu kez Beytüşşebap’ta çekildi.
Güçlükonak
katliamı ile PKK’nin ilan ettiği ateşkes hedef alınmıştı, ikinci
katliam ise 1 Ekim 2006 ateşkesinin yıldönümüne denk getirildi.
Beytüşşebap’ta 12 kişi katledildi.
Öldürülenler bu kez de korucuydu.
Hedef yine bir minibüstü.
Ve tabii ki Genelkurmay’ın fanfarlı kampanyası, yine PKK’yi işaret ediyordu.
Beytüşşebap
saldırısından hemen sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt
tarafından yapılan açıklamada da Meclis’te 20 milletvekili ile temsil
hakkı kazanan DTP hedef alınıyordu.
Oysa katliam emrini kimin
verdiğinden kimlerin aktif olarak görev aldığına kadar her şey
biliniyor, insanlar korkuyla susturulup sindiriliyordu.
Bir iddia,
korucuların hedef alınmasının koruculuk sistemini canlandırmayı
amaçladığı yolundaydı. JİTEM yönlendirmeli korucular bu katliamın baş
aktörleriydi.
Şimdi ne Güçlükonak ne Beytüşşebap’ın anısıyla sızlıyor kamuoyunun vicdanı. Unutuldu gitti.
Uludere
konusunda da aynı sonucu bekliyor büyüklerimiz. Elbet Çiller kadar
şuursuz değil hiçbiri. Hanım bir keresinde "Devletin olduğunu ne
biliyorsunuz, belki o helikopterler PKK’nindi” deyivermişti. Uludere’de
halkı katleden uçakların nesebi belli.
Uludere’nin de sessizce
tarihin bir kuytusuna gömülmesine izin verirsek, gelecekteki
katliamların kuyularını şimdiden kazmış oluruz.
Bu kez unutmayalım. Unutturmayalım.