15 Kasim 2010 16:15 Lütfen samimi olun, Kürtler'i daha fazla şaşkına çevirmeden niyetinizi
açıkça söyleyin: Kürt sorununu çözmeye niyetimiz yok, deyin.
Barış ve Demokrasi Partisi MKY'nin son toplantısında aldığı kararı sonuna kadar destekliyorum.
BDP bundan böyle BDP yöneticilerinin yargılandıkları her davada, her
aşamada, gerek kolluk aşamasında, poliste ve jandarmada, gerek savcıda
ve mahkemede kendi anadillerini kullanma kararı aldı. Bununla da
yetinmedi, bütün Kürtler'e mahkemelerde, hastanelerde, vergi
dairelerinde, bütün devlet dairelerinde, kısacası kamusal alan denilen
alanın tümünde; devletle muhatap oldukları her noktada anadilleriyle
konuşma çağrısı yaptı.
Bence bu karar bir siyasi partinin, temsil ettiği kitlenin anasının ak
sütü kadar helal olan bir hakkını savunmak için giriştiği mükemmel bir
demokratik direniş örneğidir.
Bu kararın arka planı hepiniz biliyorsunuz: KCK sanıklarına mahkemede
Kürtçe savunma hakkı verilmeyişi... Üstüne üstlük bazı sanıklar Kürtçe
konuşmakta ısrar edince olayın koca bir halka hakaret eder gibi
"Anlaşılmayan dilde konuştu" diye kayda geçilmesi...
Gülay Göktürk
Herhangi bir demokratın, BDP Başkanı Demirtaş'ın şu sözlerine hak
vermemesi mümkün mü: ''BDP'lilerin tutuklulukları, anadilde savunma
yapmak istedikleri için devam ediyor. Kürtçe AK Parti ve devlete
serbesttir. AK Parti, istediği her kamusal alanda Kürtçe'yi
kullanmaktadır. Yasal zemini olmasa bile, TRT-6 gibi veya Artuklu
Üniversitesi'nde yapılan çalışmalar gibi. Kamusal alan olmasına rağmen
buralarda Kürtçe AK Parti'ye serbesttir. AK Parti'ye hizmet ettiği
sürece bu ülkede Kürtçe serbesttir. Mahkeme, sadece anadili ile 30
sayfalık bir savunma yapılmasına 20 gün boyunca direnmiş, hiçbir
arkadaşımız tahliye edilmemiştir. 'Kürtçe AK Parti'ye serbest, ama Kürt
halkına yasaktır."
Ben buradan, devlete, hükümete seslenmek istiyorum.
Lütfen samimi olun, Kürtler'i daha fazla şaşkına çevirmeden niyetinizi
açıkça söyleyin: Kürt sorununu çözmeye niyetimiz yok, deyin. Açılım
maçılım lafın gelişi; biz aslında Takrir-i Sükûn'dan beri süren düzeni
birkaç rötuşla sürdürmek istiyoruz; başka da bir şey istemiyoruz, deyin.
Deyin ki, onlar da boşuna umutlanmasınlar.
Çünkü bu yaptığınızın; bir sanığın en doğal hakkı olan kendini
anadilinde savunma hakkını yok etmenin başka bir anlamı yok. Bu ülkede
Kürt lafını etmenin yasak olduğu yıllarda bile Türkçe bilmeyen Kürtler
mahkemede çevirmen kullanarak Kürtçe konuştular. Şimdi, Kürtçe
üzerindeki bütün baskıların kaldırıldığı iddia edilen bir dönemde; bir
yandan Kürt Enstitüsü kurar, devlet televizyonundan Kürtçe yayın
yaparken mahkemede Kürtçe konuşmayı yasaklıyorsunuz.
Bu nasıl bir tutarsızlıktır? Bu insanlar şaşkına dönmesin de ne yapsın?
Bu kadar sağı solu belli olmayan bir devlete nasıl güvensin?
Mahkeme heyeti "Ama siz Türkçe biliyorsunuz" diyor Kürtçe savunma yapmak
isteyen sanıklara. Olabilir, ama karşısındaki sanığın Kürtçe'yi mi,
Türkçe'yi mi daha iyi konuştuğunu tespit mahkemenin görevi mi? Mahkeme
böyle bir değerlendirme yapma hakkını nereden alıyor? Yargılanan bir
insan, kendini ana dilinde daha iyi ifade edeceğine, savunmasını ana
dilinde daha iyi yapacağına inanıyorsa, bunu yasaklamanın doğrudan
doğruya savunma hakkını kısıtlamak olduğunu bilmiyor mu Mahkeme Heyeti?
X x x
İşte şimdi, KCK Davası'ndaki bu anlaşılmaz ısrarın yol açtığı "sorun
genişlemesi" tablosunu hep birlikte yaşayacağız. BDP "bütün devlet
dairelerinde Kürtçe konuşma" kararıyla "Madem öyle, işte böyle" diyor.
Devlete şunu söylemek istiyor: "Bizler dilimizle, kültürümüzle, farklı
etnik kimliğimizle bir gerçeğiz. Bu gerçeği kabullenmek zorundasınız.
Bizi yok saymaya kalkarsanız, biz de sizinle her karşılaştığımızda
kendimizi size böyle hatırlatırız."
Hadi buyurun, şimdi ne yapacaksınız?
Hastanelerden belediyelere, mahkemelerden valiliklere, bakanlıklara,
vergi dairelerine, okul yönetimlerine, telefon santrallerine, devletin
hizmet verdiği her yere Kürtçe bilen memurlar mı koyacaksınız? Devlet
hastanesine gelen hastaya "Ya Türkçe konuş ya da seni tedavi
etmeyeceğiz" mi diyeceksiniz?
Eğer devlet vatandaşın emrinde bir hizmet örgütü ise, vatandaş devletin
değil, devlet vatandaşının ne dediğini anlamak zorundadır.
İşin kötüsü, devletin bir kısım vatandaşını lâfzen bile anlamayı
reddettiği bir ortamda; biz lâfzen anlamanın da ötesine geçen, çok daha
derin bir anlayış ihtiyacı içindeyiz. Bir halkın ruh halini anlamak...
Asıl ihtiyaç bu...
Ve durum şu anda öylesine umutsuz bir vak'a olarak gözüküyor ki!