Müjdeler
olsun. 26. sınırötesi harekât başladı. Madem devletimiz 90 yıllık Kürt
Meselesi’ni (onlara göre PKK veya terör meselesi elbette) orduya havale
etti, o halde ordumuzun başına bir de ‘Sakallı Nureddin Paşa’ bulalım,
böylece hem gelenek devam etsin, hem ordumuz başarıdan başarıya koşsun,
hem ordunun yetmediği yerlerde ‘Nureddin Paşa yöntemleri’ ile meseleyi
halletsin. Neden böyle düşündüğümü yazıyı okuduğunuzda anlayacağınızı
düşünüyorum.
Parlak
askerî sicil Önce kahramanımızın Cumhuriyet öncesi kısa künyesini
verelim: 1873 yılında Bursa’da doğan Mehmed Nureddin Bey 1893 yılında
teğmen rütbesiyle askerlik hayatına başlamıştı. Nurettin Bey sırasıyla
1897’de Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katıldı, 1898’de II.
Abdülhamid’in yaverliğine atandı, 1902’de Makedonya’da Bulgar çetecileri
takip etmekle görevlendirildi, 1909’da 31 Mart Olayı’nı bastırmak için
Hareket Ordusu’yla İstanbul’a geldi, 1911’de Yemen’de çıkan Zeydî İmam
Yahya İsyanı’nı bastırmakla görevlendirildi.
Buradaki
başarısından sonra 9. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildi. 1913’te II.
Balkan Savaşı’nın son yıllarına katıldı ve Edirne’nin geri alınışında
bulundu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Albay rütbesiyle Irak ve
Havalisi Umum Komutanı olarak atandı. Ayrıca Basra ve Bağdat Valilikleri
de ek göreviydi. Sakal bırakmaya ve ‘Sakallı’ diye anılmaya bu yıllarda
başladı. Selman-ı Pak ve Kut’ül-Amare muharebeleri sırasında
kararlarını beğenmediği için Goltz Paşa’ya ve Enver Paşa’ya sert cevap
mektupları yazdı. Sonunda Enver Paşa’nın isteğiyle Goltz Paşa tarafından
görevinden alındı, kısa süre Kafkas Cephesi’nde görev yaptıktan sonra,
Ekim 1916’da Muğla ve Antalya Havalisi Komutanlığı’na atandı.
Urla
Rumları ‘Sakallı Nureddin’, 1 Mart 1918’de Mirliva (Tuğ-Tüm
General/Paşa) oldu. Ocak 1919’da Aydın (İzmir) Vali Vekilliği ve 17.
Kolordu Komutanlığı, sonra İzmir Valiliği ve İzmir Havalisi Bölge
Komutanlığı’na tayin oldu. Bölge azınlıklarına karşı o kadar gaddarca
politikalar izledi ki, gayrımüslimler ve İtilaf Devletleri Nureddin
Paşa’nın görevden alınması için İstanbul hükümetine baskı yaptılar.
Sonunda Nurettin Paşa İzmir Valiliği ve Bölge Komutanlığı’ndan alındı,
İstanbul’da sadece adı olan 25. Kolordu Komutanlığı emrine atandı ancak
kendisine bir görev verilmedi.
Sıra Lo diyenlerde
İstanbul’dan
ümidini kesince Haziran 1920’de Anadolu’ya geçen Nureddin Paşa,
ayağının tozuyla Mustafa Kemal’e Hilafet, Bolşeviklik ve İtilaf
Devletleri’ne yönelik politikaları konusundaki görüşlerini sorma
cüretinde bulundu. Mustafa Kemal bunun üzerine Paşa’yı İsmet Bey’e
havale etti, o da kendisini Konya Valiliği’ne atadı. Ancak Paşa bu
görevi pasif buldu ve küserek damadı Hüseyin Paşa’nın bulunduğu
Taşköprü’ye gitti. Neyse kısa sürede affedildi ve aralık ayında Sivas’ta
bulunan 3. Ordu’ya bağlı 3. Kolordu’nun yerine kurulan Merkez
Ordusu’nun başına atandı. Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Erzincan
ve Dersim’i kapsayan Elazığ Livası’nda faaliyet gösterecek bu ordunun en
önemli işi 1921 baharında başlayan Koçgiri İsyanı’nı kanlı biçimde
bastırmak olacaktı. Nureddin Paşa’nın görevine başlarken sarf ettiği şu
söz tarihe geçti: "Zo diyenleri ortadan kaldırdık, şimdi sıra Lo
diyenlerde...”
Paşa
kibarca 1915’de Ermenilere reva görüleni, Kürtlere reva gördüğünü
söylüyordu anlayacağınız. Hikâyesini bir başka hafta anlatmayı
planladığım Topal Osman’ın 47. Müfrezesi’nin de yardımıyla Nureddin Paşa
kısa sürede görevini başardı. 500 asiyi ‘temizledi’, iki bin kişiyi
sürdü. Hükümet isyanın bastırılmasını yeterli görüyordu ama Nureddin
Paşa bölgeye yönelik sert tedbirlerin devam etmesinden yanaydı.
Özellikle Dersimli Kızılbaş aşiretlerin "bir daha ayağa kalkamayacak
şekilde dağıtılmasında ve Anadolu’nun değişik yerlerine
serpiştirilmesinde” ısrarlıydı. Ancak Meclis bu teklifi reddetti ve
mesele küllenmeye bırakıldı.
Pontusçuları temizliyor
Nureddin
Paşa’nın yeni görevi, Karadeniz havalisindeki Rumları (ve yolu
üzerindeki Ermenileri ve Kürtleri) yola getirmekti. (Pontusluların suçu
neydi derseniz, 14 Mart 2010 tarihli "Pontus’un gayrı resmî tarihi”,
yazıma bakabilirsiniz.) ‘Sakallı Nureddin Paşa’ya bağlı kuvvetler bir
yandan Rum köylerine baskınlar yaparak çetecileri imha ederken, bir
yandan da TBMM’de kabul edilen bir kararname ile Muğla, Aydın, Burdur ve
Silifke livalarındaki 18-50 yaş arasındaki Hıristiyanlar ile Karadeniz
havalisindeki eli 15-50 yaş arasındaki Hıristiyanların Sivas, Elazığ,
Ergani, Malatya, Maraş’a tehcir edilmeleri emredilmişti. Ama Nureddin
Paşa’ya bağlı birlikler bölgede öyle katliamlar yaptılar ki, sonunda
Karadeniz ve Doğu vilayetlerinin milletvekilleri isyan etti. Erzurum
Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) ve 106 arkadaşının imzaladığı dilekçe
Dâhiliye Vekâleti’nce haklı görülünce Nureddin Paşa 4 Kasım 1921’de
Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alındı ve Ankara’ya çağrıldı.
Mustafa
Kemal’in kalkanı Ancak, Nureddin Paşa hakkında yapılan gizli
oturumlarda, Paşa’nın Kürtlere, Ermenilere ve Rumlara karşı acımasızlığı
değil, mıntıkasında bir çeşit ‘aile hükümeti’ kurması tartışıldı.
Nureddin Paşa’yı milletvekillerinin gazabından Mustafa Kemal kurtardı,
Genelkurmay Başkanı’nın kendisini yargılaması koşuluyla Meclis
soruşturmasından vazgeçilmesini sağladı. Fevzi (Çakmak) Paşa tahmin
edileceği gibi Nureddin Paşa’yı cezalandırmadı sadece askerlik görevine
son verdi. Çünkü bu gaddar asker, o güne dek devletin pek çok kirli
işini başarıyla halletmişti. Tekrar Taşköprü’deki damadının yanına giden
Nureddin Paşa’nın yıldızı, 6-11 Ocak 1921’de I. İnönü Muharebesi’ndeki
başarısı(!) yüzünden (bu konuya da bir başka yazıda değineceğim)
albaylıktan paşalığa terfi ettirilen İsmet (İnönü) Bey’in 1. ve 2. Ordu
olarak ikiye ayrılan Garp (Batı) Cephesi Orduları’nın başına getirilmesi
üzerine doğan boşlukta yeniden parladı. İsmet Bey’in yerine 1. Ordu’nun
başına getirilmek istenen Ali İhsan (Sabis) Paşa, Ali Fuad (Cebesoy)
Paşa ve Refet (Bele) Paşa, sırayla, kendilerinden kıdemsiz olan İsmet
Bey’in emrinde çalışmak istemedikleri için görevi kabul etmeyince
Mustafa Kemal bu göreve ‘açıktaki’ Nureddin Paşa’yı atamıştı. Paşa da
Taşköprü’de kızaktan kurtulmak için olsa gerek, itiraz etmeden kabul
etmişti.
Büyük Taarruz’u sahipleniyor
Paşa
görevine 1 Temmuz 1922’de başladı. Mustafa Kemal’in Yunan ordusuna
yönelik taarruz planına ilk başta sadece Nureddin Paşa destek verdi. Ama
daha sonra ikili arasında görüş ayrılıkları belirmeye başladı. İsmet
Bey de Nureddin Paşa’ya hak veriyordu. 26 Ağustos 1922 günü başlayan
Büyük Taarruz sırasındaki bazı başarıları Nureddin Paşa’yı iyice
cüretkâr hale getirdi ve Mustafa Kemal’in kararlarını daha çok
eleştirmeye başladı. Büyük Taarruz’un başarı ile sonuçlanması üzerine
TBMM "Bu muharebe bizzat Başkumandan tarafından idare edildiğinden
dolayı” "Başkumandanlık Meydan Muharebesi” adı verilmesini teklif edince
Nureddin Paşa’nın keyfi kaçtı. Çünkü bu zaferde kendi katkısının daha
büyük olduğunu düşünüyordu. Ancak yapacak şey yoktu. Nureddin Paşa’ya
Uşak, Alaşehir, Nazilli istikametine kaçmakta olan Yunan askerlerini ve
yol üzerindeki Rumları ‘tepeleme’ görevi verilmişti. Paşa bu görevi de
hakkıyla yaptı. 9 Eylül günü İzmir’e giren ve şehrin gayrımüslim
ahalisini, mecazî anlamda değil kelimenin gerçek anlamıyla "denize
döken” birliklerin komutanı Nureddin Paşa’ydı.
Hrisostomos’u
linç ettiriyor 10 Eylül 1922’de İzmir’e gelen Mustafa Kemal’e tekmili
Nurettin Paşa verdi. Önlerindeki masada değerli taşlarla süslenmiş bir
kılıç duruyordu. Bu kılıç, İzmir’e girecek ilk süvari komutanına
verilmek üzere Buhara Cumhuriyeti tarafından gönderilen üç kılıçtan
biriydi. Nurettin Paşa’nın daveti üzerine, işgal yıllarında doğal olarak
Yunanlılarla işbirliği yapan İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos, yanında
Belediye Meclisi Üyesi Klimadoğlu, Çürükçüoğlu Nikolaki, Sarraf Yanko
ve Timoleon Efendi ile birlikte Vilâyet Konağı’na gelmişti. Aslında
Metropolit İzmir’in geri alınmasından önce pekâlâ kaçabilirdi ancak
kaçmamıştı. Anlaşılan fazla iyimserdi. Mustafa Kemal, Nureddin Paşa’ya
"Senin dostundur! Git görüş, ben görüşmek istemem” demişti. Nureddin
Paşa Hrisostomos’a elini uzatmadığı gibi hakaret etti. Ardından
İkiçeşmelik Karakolu’na götürülerek sorgulanmasını emretti. Bir süre
sonra Hrisostomos’un halk tarafından linç edildiği haberi geldi. Linçin
en yakın tanıdığı hikâyesini bu sayfalarda (3 Nisan 2011) anlattığım
Cellât Ali’nin 1973 yılında Yeni Asır gazetesinde yayımlanan hatıratında
linç emrini Nureddin Paşa’nın verdiği söylendikten sonra olay şöyle
anlatılıyordu: "Papaz, muhafızların himayesinde bulunduğu hücreden
çıkarıldı ve idam hükmünün yerine getirileceği Namazgâh yönüne yürümeye
başlandı. Biz giderken peşimizdeki kalabalık da her dakika artıyor ve
tehlikeli bir durum meydana geliyordu (...) Jandarmalar ne yapacaklarını
şaşırmışlardı. Galeyana gelenleri yatıştırmaya çalışıyorlardı. Fakat
nasıl olduysa oldu ve papaz kaşla göz arasında kayboluverdi. ‘Ey ahali
ne oluyor? Bu yaptığınız doğru değil. Zaten ona kanun(?) cezasını
vermiş’ demeye kalmadan Hrisostomos parça parça edildi ve cesedi de bir
kenara atıldı. Kafasına vurulan ilk sopayla kanlar içinde kalmıştı.
Ölürken Latince bir özdeyişi tekrar tekrar mırıldandığı duyuldu: ‘Credo
quia absurdum’...” ‘İnanıyorum, çünkü saçma’ anlamına gelen bu son
sözleri Cellât Ali mi söylemiş yoksa gazeteci mi eklemiş belli değildi
ama daha sonra olanları düşününce deyim cuk oturmuştu.
Güzelim İzmir yanıyor
İstirdat’ın
(yani İzmir’in geri alınışının) dördüncü günü, yani 13 eylülde İzmir’in
en mamur, en güzel, en zengin mahallelerini yani Ermeni Mahallesi,
Çalgıcıbaşı, Aya Dimitri, Aya Katerina, Aya Nikola, Sur Takya, Hacı
Franko mahallelerini alevler sardı. 18 eylülde söndürülebilen yangında
yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise,
hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok olmuştu. Şehirde her nasılsa
kalmış gayrımüslim ahali bu yangında yanarak ya da yangından kaçarken
denizde boğularak ölmüştü. Böylece şehir gayrımüslim ahalisinden bir
anlamda ‘kendiliğinden kurtulmuştu’. 29 Kasım 1922’de TBMM’de yapılan
gizli celsede "yangını kimin çıkardığı (Ermeniler mi, Yunanlılar mı,
Türkler mi?)” konusu nedense konuşulmadı ama Afyon Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü Bey’e göre "Nureddin Paşa [gayrımüslimlerden kalan]
kasaları bomba ile açtırmış ve [içlerindeki] paraları almıştı”. Yangın
sırasında şehirde olan Falih Rıfkı (Atay) ve Fevzi (Çakmak) Paşa’ya (ve
bana göre) yangının arkasında Nureddin Paşa vardı. (Neden böyle
düşündüğümü 14 Eylül 2009 tarihli "1922’de güzelim İzmir’e kimler kıydı”
başlıklı yazımda uzun uzun anlattım, merak edenler bakabilir.)
Ali Kemal’i linç ettiriyor
Eylül
ayının son günlerini Urla’daki Rumları tepeleyerek geçiren Nureddin
Paşa 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi sırasında Ordu’nun
terhis edilmesine karşı çıkınca neredeyse Lozan Barış Antlaşması’nın
imzalanmasını tehlikeye düşürecekti. İstanbul’a karşı harekete geçmesi
planlanan orduların başına geçirilerek İzmit’e gönderilen Paşa’nın son
marifeti, Mütareke Dönemi’nde Damat Ferit Paşa kabinelerinde Maarif ve
Dâhiliye Nazırı olarak hizmet vermiş, Milli Mücadele sırasında Anadolu
hareketine ve Mustafa Kemal’e sert muhalefet yapmış, gazeteci Ali
Kemal’i linç ettirmek oldu. Bu olayı da daha önce anlattım "Resmî
tarihin ünlü haini: Ali Kemal”, 11 Nisan 2008) anlattım ama kısaca
tekrarlayayım: Hakkında TBMM tarafından 1 Kasım 1922’de çıkarılmış
yakalama kararı olan Ali Kemal, İstanbul Polis Müdür Muavini Sadi Bey ve
dört polisi tarafından berber koltuğunda derdest edilip Samatya
kıyısına yanaşan bir motorla 6 Kasım 1922’de İzmit’e götürülmüştü. Kısa
bir sorgulamadan sonra Nureddin Paşa, Haberalma Şube Başkanı Rahmi
(Apak) Bey’e "Şimdi sokaktan birkaç yüz kişi bulup Büyük Kapı’nın önünde
toplayacaksın. [Bunlar] kapıdan çıkarken Ali Kemal’i linç etsinler!..
Öldürsünler!..” demişti. Rahmi Bey’in deyimiyle "Ahali bir kara bulut
gibi” çullanmıştı Ali Kemal’e. Saldırılardan kurtulmak için İstiklal
Mahkemesi Savcısı Necip Ali (Küçüka) Bey’e sarılmış olan Ali Kemal’in
böğrüne bir de bıçak sokulmuş, taş ve sopalarla kafası ezilmişti.
Saldırgan güruh, Ali Kemal’i donuna kadar soymuş, parmağındaki yüzüğü,
altın saatini ve paralarını almayı da ihmal etmemişti. Ardından
ayaklarına bir ip bağlayarak sokaklarda dolaştırmışlardı. Parçalanmış
cenazesi bir çöp arabasıyla bilinmeyen bir yere gömülmüştü.
Güya
İsmet Paşa kızmış O gün, Lozan Konferansı’na gitmek üzere trenle
İzmit’ten geçen İsmet İnönü görsün diye, Nurettin Paşa istasyonun
yakınındaki küçük tünelin üstüne bir sehpa kurdurmuş ve Ali Kemal’in ölü
vücudunu astırmıştı. Falih Rıfkı’ya göre "İsmet Paşa, meşalelerle
aydınlanan korkunç sehpayı uzaktan görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve
hiç bakmayarak binaya girmiş, orada Nureddin Paşa’ya söylemediğini
bırakmamıştı”. Kızmıştı da ne olmuştu derseniz hiçbir şey. Nureddin
Paşa’nın görevi ancak 1 Eylül 1923’te Batı Cephesi Karargâhı’nın
lağvedilmesi üzerine bitmişti. Bunun üzerine memleketi Bursa’ya giden
Nureddtin Paşa, 1923 yılındaki seçimlere katılmak istedi. Ancak bizzat
Mustafa Kemal’in oluşturduğu listede adı yoktu. Koçgiri ve
Karadeniz’deki katliamları gibi hizmetleri yüzünden değildi bu aforoz,
Mustafa Kemal’in liderliğini sorgulaması yüzündendi. Ama Paşa inatçıydı,
Mustafa Kemal’in kendisine komplo kurduğunu düşündüğü
asker-milletvekillerinden istifasını istemesi üzerine 2. Kolordu
Kumandanı Ali Hikmet (Ayerdem) Bey’den boşalan sandalye için bağımsız
adaylığını koydu. Paşa kapağında "İzmir Fatihi, Karahisar ve Dumlupınar
Muharebeleri Galibi, Gazi Nureddin Paşa Hazretlerinin Tercüme-i Hâli”
yazan 19 sayfalık bir de broşür bastırmıştı ki bu unvanların ‘resmi
tarih’ tezlerini nasıl altüst ettiğini görmemek imkânsızdı.
Askerlik mi milletvekilliği mi?
Ama
Paşa imkânsızı başarmış, 1 Kasım 1924’te (daha sonra CHP olacak) Halk
Fırkası’nın (HF) adayı Dr. Emin Bey’e karşı 236 ikinci seçmen oyu alarak
(o yıllarda halk doğrudan seçemiyordu, ikinci seçmenler seçiyordu)
Bursa’dan milletvekili seçilmişti. Hepsi de merkezden atanmış ikinci
seçmenlerin bu tavrı Ankara’da epey konuşulmuştu. Ama demokrasilerde
çare tükenmezdi! 19 Aralık 1924’te kabul edilen "Askerlik ile Mebusluğun
birarada yürütülmeyeceğini” öngören kanun imdada yetişti. Nureddin
Paşa’nın milletvekili seçilirken asker olması bahane edilerek
milletvekilliği onaylanmadı. Hâlbuki, kanun III. Dönem’den yani 1927’den
itibaren uygulanacaktı ve Mustafa Kemal başta olmak üzere pek çok
milletvekili askerlikten henüz istifa etmedikleri halde TBMM’ye
seçilebilmişlerdi. Bir kez konuşabildi Elbette
hukukun değil Mustafa Kemal’in dediği oldu. Bunun üzerine Nureddin Paşa
askerlikten istifa etti ancak yedi açık milletvekilliği için 5 Şubat
1925’te yapılan ara seçimlerde tekrar bağımsız aday oldu. Halk Fırkası
Nureddin Paşa’yı seçtirmemek için Bursa’da özel çalışma yaptığı halde
başarılı olamadı, Nureddin Paşa Dr. Emin Bey’i bu sefer 296 oy alarak
mağlup etti ve TBMM’ye girdi. Girdi ama Halk Fırkası üyeleri ağzını
açmasına izin vermediler. Sadece 28 Kasım 1925’te kabul edilen Şapka
İktisası (Giyilmesi) Hakkındaki Kanun’un 1924 Anayasası’na aykırı
olduğunu söyleyebildi. Konuşması HF’li milletvekilleri tarafından büyük
tepki ile karşılandı. HF’nin örgütlemesiyle Nureddin Paşa aleyhine 76
protesto telgrafı gönderildi. Gazetelerde "Bu irticacı paşanın Meclis’te
işi ne” diye soruldu. Bir sonraki dönemde (1927) milletvekili
seçilemeyen Nureddin Paşa, 18 Şubat 1932 tarihinde İstanbul’da vefat
etti.
Nutuk’ta ‘karakter katliamı’
Mustafa
Kemal’in 15-20 Ekim 1927’de CHF Kurultayı’nda okuduğu Nutuk’ta tam 31
sayfada Nureddin Paşa’nın adı geçiyordu. Bunlardan 16 sayfa külliyen
Nureddin Paşa’yı yerine dibine batırmaya ayrılmıştı. Neler demiyordu ki
Mustafa Kemal? Babası İbrahim Paşa’nın II. Abdülhamid’e hizmet etmesini
kınamakla başlıyor, Nureddin Paşa’nın 1909’da 31 Mart Olayı’na müdahale
eden Hareket Ordusu’nda görev aldığının yalan olduğunu, Yemen’deki İmam
Yahya İsyanı’nda hiçbir rolünün olmadığını, Salman-ı Pak’ta İngilizler
tarafından kovalandığını, 1920’de Taşköprü’de bastırdığı kartvizitine
yazdığı "Kutü’l-Amare Muhasırı” unvanını hiç hak etmediğini, soyunun
Kerbela Şehidi İmam Hüseyin’e uzandığını söylemesinin ne kadar ayıp
olduğunu, Büyük Taarruz’da en az payı olan kişi olduğunu (iddiasına göre
savaş boyunca dürbünden bakmayı tercih etmişti) ve daha nice kusurunu
sayıp döküyordu. (Bu polemikçi üslup sonradan mahcubiyet yaratmış olmalı
ki, Nutuk’un 1929’da yapılan Fransızca baskısından bu bölümler
çıkarılacaktı.) İlginçtir Mustafa Kemal’in değinmediği sadece üç konu
vardı: Hrisostomos’un linç edilmesi, İzmir Yangını ve Ali Kemal’in linç
edilmesi. İki ihtimal vardı: Mustafa Kemal ya Nureddin Paşa’nın bu
eylemlerini onaylamıştı ya da Nureddin Paşa’yı bunlardan sorumlu
tutmamıştı! Artık hangisi olduğuna siz karar verin.
12
Eylülcülerin gözbebeği Nureddin Paşa’nın bayrağını küçük damadı
Abdullah Alpdoğan Paşa teslim almış ve 1935’te Tunceli Genel Valiliği
sırasında göndere çekmişti. Atatürkçülük şampiyonu 12 Eylülcülerin 6
Kasım 1981 tarihli "Devlet Mezarlığı’na gömülmeleri öngörülen kişiler”
listesindeki üçüncü ismin (İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tan sonra)
Mustafa Kemal’in Nutuk’ta yerin dibine batırdığı Nureddin Paşa olması
gayet ironikti. İleriki yıllarda hem Atatürkçü olup hem de "Keşke
Nureddin Paşa’ya engel olunmasaydı da Kürt Meselesi o zamandan kökünden
halledilseydi” diye hayıflananlar oldu. Şimdi başa dönüyorum, askerlik
konusundaki başarıları şüpheli de olsa (herhalde Mustafa Kemal yalan
söyleyecek değil), ‘Sakallı Nureddin Paşa’nın Ermeni, Rum ve Kürt
meselelerindeki ‘başarısı’ göz kamaştırıcı değil mi? Kuzey Irak’a sefere
giden ordunun başında böyle bir paşamız olsa fena mı olur? Kürt
Meselesi hallolmasa bile geride epey tedip, tehcir, tepeleme, katliam,
linç hikâyesi kalır ki, doğrusu bundan memnun olacak çok kişi var
etrafta...
***
ÖZET KAYNAKÇA: Necati Fahri Taş, Nureddin Paşa ve Tarihi Gerçekler, Nehir Yayınları, 1997Atatürk, Söylev (Nutuk), II. Cilt, TDK
Yayınları, 1965, s. 532-547; Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek
Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Tarih Vakfı Yayınları, 2005,
s. 124-127; Orhan Karaveli, Ali Kemal, Doğan Kitap, 2009.
23 Ekim. 11, Taraf