"Herkesin
sınırı var. Tayyip Bey de belki demokrasi ve özgürlüklerde sınıra
geldi. Ne isteniyor benden? TRT Şeş’i verdim, daha ne istiyorsunuz,
diyebilir ama bu kanalda çocuğa Kürtçe masal anlatamıyorsunuz.”
"Genelkurmay
belgelerinde 40 küsur isyan var deniyor. Hayır, iki isyan var. Şeyh
Sait ve Ağrı. Dersim dâhil diğerlerinin tamamı tenkil. Bunlar, devletin,
bir kimliği bastırma ve yok etme harekâtları. Çok insan öldürüldü.”
"Dedem
son sürgün edildiğinde 85-90 yaşındaydı. Demokrat Parti milletvekili
olan torunu ve yeğeni Yassıada’da yatıyordu. Tünel kazıp Yassıada’dan
o
nları kaçıracak diye devlete karşı isyanla yargılandı.”
***
NEDEN DENGİR MİR MEHMET FIRAT
Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın son Dersim katliamı açıklaması ve Dersimlilerden özür
dilemesi, Cumhuriyet tarihimiz için bir ilk oluyor. İlk kez bir
başbakan, Cumhuriyet’in bir suçu için halktan özür diliyor. Son 150
yıllık tarihimizin, özellikle de Cumhuriyet dönemine ait geçmişimizin
baskı, katliam ve yalanlarla dolu olduğu düşünülürse... Başbakan’ın
Dersim katliamıyla yüzleşme cesareti, bu ülkede artık durdurulması
mümkün olmayan yepyeni bir süreç başlattı demektir. AK Parti’nin
kurucularından olan ve bir siyasetçi olarak her dönem Kürt kimliğini
cesaretle taşıyan, uzun dönem Erdoğan’ın en yakın çevresinde yer alan AK
Parti’nin eski Genel Başkan Yardımcı Dengir Mir Mehmet Fırat’la
Başbakan’ın son Dersim açıklaması ve özrünün yaratacağı gelişmeleri ve
sonuçları değerlendirdik. Tek Parti İktidarı’nın Dersim ve Şeyh Sait
isyanları döneminde uyguladığı sürgünleri bütün zulmüyle yaşayan ve
büyük acılara katlanan bir aileden gelen Dengir Fırat’a, hem o dönemi,
hem de çok yakından tanıdığı Tayyip Erdoğan’ı konuştuk. Kürtler böyle
bir özür konusunda ne
düşündüler? Cumhuriyet tarihimizde Dersim gibi
devletin özür borcunun bulunduğu başka hangi olaylar var? Kürt isyanları
tam olarak neydi? Neler yaşandı? Şeyh Sait isyanıyla ilgili de böyle
açıklamalar yapılabilecek mi? O isyanın bastırılmasında da çok insan
haksızlığa uğradı mı? Tayyip Erdoğan Kürt açılımını başlatmıştı ama
bugün açılımdan vazgeçmiş gibi gözüküyor. Neden vazgeçti? Erdoğan yakın
çevresindeki Kürtlerden niye uzaklaştı? Bugün çevresinde Kürtlerin
duygularını ve düşüncelerini anlayıp ona anlatacak kimseler var mı?
Neden Erdoğan partisindeki ve grubundaki Kürtlerin sayısını azalttı?
AKP’nin bugünkü Kürt politikası nedir? PKK’nın Silvan saldırısıyla
başlayan gerginlik sürecek mi? Erdoğan neden demokratik adımlar atmıyor?
Başbakan yeniden açılım günlerindeki üslubuna dönebilecek mi? AKP’nin
aklındaki Kürt çözümü ne? Erdoğan, anadilde eğitimi kabul eder mi? Bütün
bu soruları, bu konularda en yetkin siyasetçi olan Dengir Mir Mehmet
Fırat’a sorduk ve çok net ve cesur cevaplar aldık.
***
Başbakan’ın son Dersim açıklamasını ve özür dilemesini nasıl değerlendirdiniz?
Her
ne kadar 2005 yılındaki Diyarbakır konuşmasında da çok açık bir özür
dileme olduysa da... Hatırlayın... Başbakan o konuşmasında, "Birçok
haksızlıklar yapıldığını biliyorum. Bundan dolayı Kürt
vatandaşlarımızdan özür diliyorum” demişse de, son Dersim açıklaması çok
önemli bir başlangıçtır. Daha da ötesi bu bir kırılma noktasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kez kendi tarihiyle yüzleşmesidir.
Başbakan’ın bu açıklaması kutlanması gereken çok cesur bir adımdır.
Yalnız şu da var. Bu tarihin içinde, sadece Dersim değil, Türkiye’nin
özür dileyeceği yüzlerce olay var.
Türkiye devletinin özür dilemesi gereken başlıca olaylar neler?
Ben size şimdi bir kitap hediye edeyim ve o kitaba hemen birlikte bakalım. Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları adıyla yayımlanmış iki ciltlik bir kitap bu. Bunlar, Genelkurmay’ın kendi resmî belgeleri!
Kendi belgeleri mi?
Evet.
Çok enteresan! 1946’daki Genelkurmay Başkanı, herhalde "Bakın bugüne
dek bunlar yapıldı. Bundan sonra da yapılabilir” diyerek ibretiâlem
olsun amacıyla o güne kadarki Kürt isyanlarını, askerî harekâtları da
içeren bir şekilde küçük kitapçıklar halinde yayımlatmış. Fakat bir süre
sonra Genelkurmay bu yayımladığı belgeleri toplatma kararı almış ve
kendi kitapçıklarını yasaklamış. "Geçmişte 40 küsur Kürt isyanı vardır”
diye hep söylerler ya...
Geçmişte bu kadar Kürt isyanı yok mu?
Yok.
Hatta Demirel’in, "Geçmişte kırk küsur Kürt isyanı var. Son isyanı da
bastırırız” diyen meşhur bir sözü vardır. Oysa Genelkurmay belgelerini
okuduğunuzda, bu isyanların hiçbirinin olmadığını görüyorsunuz. Aslında
bu askerî harekâtların tamamen birer tenkil hareketi olduğunu
görüyorsunuz.
Tenkil ne demek?
Bastırma,
yok etmek, sürmek anlamında kullanılıyor tenkil. Raçkotan’dan Raman’a,
Mutki’den Oramar’a, Koçuşağı’dan Bicar’a hiçbiri isyan değildir.
Genelkurmay belgelerinde bunu görüyorsunuz. Bunların tamamı tenkildir.
Zaten Kürt tarihinde iki isyan vardır. Bir Şeyh Sait İsyanı, iki Ağrı
İsyanı. Ama kırktan fazla harekât yapılmıştır ve Dersim de işte bu
tenkil harekâtlarından biridir. Ulus-devlet kurmak ve tek tip insan
yaratmak için yapılmış asimilasyon harekâtlarıdır bunlar. Bu yüzden
devletin özür dilemesi gereken olay sadece Dersim değildir. Genelkurmay
belgelerinde bunu görüyorsunuz.
Belgelerde başka neyi görüyoruz?
Kürtlerden
ilkel, hayvansal bir topluluk olarak, dağın arkasındaki medeniyetin ne
olduğunu bilmeyen bir sürü olarak bahsediyor. Kürtlerin tek bildiği
şeyin bir avuç mısır ile bir avuç buğdaydan ibaret olduğunu söylüyor.
Tek parti döneminde yapılmış lokal harekâtların dışındaki bütün büyük
harekâtlar Genelkurmay’ın yayımladığı bu belgelerde var.
Bir de Cumhuriyet tarihinde lokal harekâtlar mı var?
Evet.
Mesela 33 kişi kurşuna dizilmiş, 80 kişi topluca öldürülmüş, bunun gibi
lokal harekâtlar var. Bu tür olaylar, o belgelerde yok. Mesela bir
Karaköprü olayı vardır. Demokrat Parti dönemde, bu konuda Meclis
soruşturması açıldı.
Sonuç ne oldu?
İçel
Milletvekili olan rahmetli amcam Hüseyin Fırat da bu soruşturma
komisyonunun üyesiydi. "Talimatla 40 kişi katledilmiş. Bu katliamda
devletin üst düzeydeki bütün yetkililerinin imzalarını gördüm. İsmet
Paşa da buna dâhil” derdi. Bu dosya DP’nin üst yönetiminin emriyle
kapatılmış. Milletvekili olduğumda, amcam benden bu dosyayı araştırmamı
istemişti. Bu yüzden, Başbakan’ın devlet adına Dersim özrü, bu ülkenin
kendi tarihiyle hesaplaşabilmesi için çok ciddi bir adımdır, devrimsel
nitelikte bir söylemdir. Eğer araştırılırsa daha çok belge çıkacaktır.
Felaket tablosu ve katliam rakamları değişir mi o zaman?
Çok
daha korkunç bir kıyımla ve rakamlarla karşı karşıya kalırız. Çünkü
hâlâ birçok belge noksan. Genelkurmay’ın gizli yazışmaları, arşivleri
hâlâ açılmadı. Mesela İstiklal Mahkemeleri... Bunun arşiv bilgileri,
gizli celseleri TBMM’de. Bu arşivler de açılmadı. Hâlbuki bunun için bir
karar almaya lüzum yok. Meclis Başkanı’nın talimatıyla açılabilir bu
arşivler. Mesela önceki Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, bir, iki ve
üçüncü Meclis’le ilgili belgelerin tek bir istisnayla açılmasına izin
verdi. O istisna da, İstiklal Mahkemeleri. Asıl karanlık dönem bu!
AKP on yıldır iktidarda. Arşivlerin açılmasını hâlâ kim engelliyor?
AK
Parti yeni yeni iktidar oluyor. Beş, altı yıl önce biz Dersim bile
diyemiyorduk bu ülkede. Askerî vesayet henüz tam anlamıyla bitmedi. AK
Parti bu arşivleri açmak istiyordur. Açılmıyorsa, bir baskı unsuru hâlâ
var demektir. Çünkü İstiklal Mahkemeleri’nde sadece Kürtler mağdur
olmadı. İslami kesim de mağdur oldu.
Şeyh Sait
İsyanı’ndan sonra Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı ve bu kanunla İstiklal
Mahkemeleri kuruldu. İstiklal Mahkemeleri dönemi, bütün muhalefetin
susturulduğu, kiminin idam ettirildiği ve tek parti baskısının bütün
ağırlığıyla toplumun üstüne çöktüğü bir dönem. Bu dönem hâlâ karanlıkta
bırakılsa da, yine de tarihimizde ilk kez bir şey oluyor ve
Cumhuriyet’in bir suçu hakkında bir başbakan halkından özür diliyor.
Bunun yeni bir yol açacağını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle.
Türkiye bir sürece girdi ve bu süreci durdurmak artık mümkün değil.
Aslında bu süreç, 2003’te AK Parti’nin iktidar olmasıyla başladı. Asker
ve yargı vesayetinin en üst noktalara çıktığı dönemlerdeki sıkıntılara
rağmen birçok değişim yaşandı AK parti iktidarında. Bunu görmek ve
kabullenmek lazım. Bu akışı durdurmak ve arşivleri açayım mı açmayayım
mı demek bundan sonra kimsenin elinde değil. Artık arşivleri açmak
zorundasınız. Genelkurmay da, Meclis de, Cumhurbaşkanlığı Köşkü de artık
arşivleri açmak ve belgeler üzerindeki yasakları kaldırmak zorunda.
Türkiye demokratikleşecekse, özgürleşecekse, önce, yalanlarıyla
yüzleşecek.
1925’teki Şeyh Sait İsyanı’yla ilgili de böyle özür açıklamaları yapılabileceğini düşünüyor musunuz?
Şeyh
Sait İsyanı’nı ancak arşivler açıldığında aydınlatabiliriz. Çünkü çok
enteresan bir dönem o. O isyanın bastırılmasında çok büyük kitlesel
ölümler yaşandı. Hatta o şiddet orada durmadı, 1930’larda da sürdü.
Aslında Dersim, Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasının bir devamıdır.
Neydi tam olarak Şeyh Sait İsyanı?
Şeyh
Sait İsyanı da dâhil olmak üzere tek parti dönemindeki bütün
harekâtlar, tek kimlikli bir ulus-devlet yaratabilmek için yapılmış
operasyonlardır. Öyle ki, Genelkurmay belgelerinde isyan olduğu öne
sürülen, gerçekte isyan olmayan 40 küsur olayla ilgili yapılan bütün
tenkil harekâtları aslında Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasıyla başlayan
bir sürecin, bir Cumhuriyet politikasının devamıdır.
Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasında da çok insan haksızlığa uğradı mı?
Bütün
bölge haksızlığa uğradı. Kürtler arasında bir ayırım yapılmadı. İsyana
katılan ya da katılmayan bütün Kürtler iskân ettirildiler. Yani zorunlu
olarak göç ettirildiler. Hatta isyanın karşısında olan Kürtler dahi
topraklarından sürüldüler. Demek ki...
Evet...
Demek
ki, tenkil hareketleri sadece isyanla ilgili değildir. Bu bir kitlesel
bastırmadır. Bir milletin, bir kimliğin devlet tarafından
bastırılmasıdır bu. Çok insan öldürüldü! Elinizdeki resmî belgelerde
bunları görecekseniz. Çünkü her harekât sonrasında şu kadar bin kişi
katledilmiştir, şu kadar hayvan ölmüştür diye sayılar veriliyor.
Arşivlerin tümü açıldığında rakamlar çok artacak! Dersim’de
öldürülenlerin sayısı 13 binin çok üstündedir. Çünkü insansızlaştırıldı
Dersim. Şeyh Sait İsyanı’ndaki insan kaybı da 13 binden fazladır.
Sizin aileniz bundan nasıl etkilendi?
Benim
ailemin Şeyh Sait İsyanı’yla yakından uzaktan ilgisi yok. Ailemin 1937
Dersim olayıyla da hiç ilgisi yok. Çünkü Sünni bir aile bizimkisi.
Üstelik İstiklal Harbi’nde gösterdiği üstün başarı için kırmızı-yeşil
İstiklal Madalyası’yla da taltif edilmiş bir aile bu. Hatta dedem o
sırada milletvekiliydi. Bütün ailesi 1926’da Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra
Adıyaman’dan sürgün edildi, varlıklarının tamamına el kondu. Bir sabah
herkesi aldılar...
Nereye götürdüler?
Türkiye’nin
dört bir köşesine dağıttılar. Sekiz yaşındaki bir çocukla 70 yaşındaki
bir ihtiyar o günkü şartlarda Adıyaman’ın Kâhta ilçesinden 110-120
kilometre uzaklıktaki Gölbaşı’na yürüyerek götürülüyor ve oradan trene
bindiriliyor. Düşünün varlıklı ve güçlü bir ailesiniz. Bir günde bu
varlığınız, her şeyiniz elinizden gidiyor. Hiç bilmediğiniz bir yere
gönderiliyorsunuz ve gittiğiniz yerden ayrılmamak zorundasınız. Her gün
jandarmaya, polise gidip imza vermek mecburiyetindesiniz. Sürgünlerin
tarihi yazılsa, her biri bir faciadır!
Siz ne hissediyorsunuz o olay hakkında?
Hukuk
Fakültesi’nde toprak hukuku dersini bu sayede geçtim. Hoca o gün çok
sinirliydi. "Bir soru soracağım. Size bunu derste anlatmadım. Bilirsen
geçersin, bilemezsen kalırsın” dedi ve "Türkiye’de kaç iskân kanunu var
ve sebepleri neler” diye sordu. Cevap verdim. "Türkiye’de 1926, 1938,
1960 tarihli üç iskân kanunu çıkarıldı” dedim. "Sen bunu nereden
biliyorsun öğrenci?” dedi. "Üçü de bize tatbik edildi de oradan
biliyorum. Ailem bunların eziyetini çekti” dedim ve sınavı geçtim.
İnsanları sürüldükleri yerlerden alıp sonra bir daha mı sürüyorlardı? Siz sürüldüğünüz yerden de mi sürüldünüz?
Evet.
Mesela bir 55 Ağa olayı vardır. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra
Güneydoğu’da Demokrat Partili Kürtlerin ileri gelenlerinin hepsi
Sivas’taki askerî kampa gönderildi. Sonra bunların arasından 55 ağayı
seçip 105 sayılı kanuna tabi tuttular. O ağaların çoğu çamaşır
yıkayarak, terzilik yaparak geçimlerini sağlayan ağalardı.
Niye sürüyorlar?
Birisi
kalkıyor şikâyet ediyor kaymakama ve insanlar sürülüyorlar. Mesela
dedem son sürgün edildiğinde 85-90 yaşındaydı. Demokrat Parti
milletvekili olan torunu ve yeğeni Yassıada’da yatıyorlardı. Dedem tünel
kazıp onları Yassıada’dan kaçıracak diye devlete karşı isyan iddiasıyla
Eskişehir’de yargılandı. Elinde baston güçlükle yürüyor, onu da önce
işte bu Sivas’taki askerî kampa sürdüler.
Devletin size de bir özür borcu olduğunu düşünüyor musunuz?
Devletin
Kürt halkına bir özür borcu var tabii. Ben de o halkın bir ferdiyim.
Devlet bizden toplu halde özür dilemeli. Tek tek hepimizden özür
dilemeye kalksa milyonları bulur sayı. Şimdi Sayın Başbakan öyle bir yol
açtı ki, özür dilenmesi gerekecek daha pek çok olay var Dersim gibi.
Başta da dedim ya, yayımlanmış Genelkurmay belgelerinde daha 40 olay var
böyle! Bu olayların her biri için ayrı ayrı özür gerekir. Çünkü bugün
bu ülkede yaşadığımız sıkıntıların ve sorunların birçoğunun kaynağında
bu olaylar var.
Dersim konusunda bu kadar cesur ve uygar
bir davranış gösteren Başbakan Erdoğan’ın Kürtlerin bugünkü hakları
konusunda son zamanlarda böylesine tutuk olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Türkiye’deki
Kürt sorunu bir vatandaşlık sorunudur. Bu ülkede ikili bir sistem var.
Bir, vatandaşlar var. Bir de tebaa var. Türkler vatandaş, Kürtler ise
tebaa. Vatandaşa haklarını verirken lütfetmezsiniz ama tebaaya haklarını
verirken lütfedersiniz. Eğer bu ikili sistem kaldırılırsa, ortada Kürt
problemi diye bir şey kalmaz. Herkes vatandaş olur ve eşitlik sağlanır.
Bu
durumda Kürt-Türk eşitliği, herkesi vatandaş yapacak olan yeni,
sivil-demokratik bir anayasa yazılarak sağlanabilir. Öyle değil mi?
Benim
yeni anayasa yapılacağına dair bir ümidim yok. Bu Meclis’ten yeni bir
anayasa çıkmaz. Zaten çıkmaması için her türlü şey yapıldı. İki parti,
"Mevcut anayasanın üç değişmez maddesi değiştirilemez” diye
kırmızıçizgiler koydu. Değişmez maddeler kalacaksa, o zaman yeni bir
anayasa yapmaya gerek yok ki... Böyle bir yöntemle anayasa yapılmaz!
Bu anayasa yapma yöntemi AK Parti tarafından da kabul edilmedi mi?
Evet. AK Parti’yi dışarıda tutmuyorum ki. Anayasanın bu yöntemle yapmakta uzlaşanlardan biri de AK Parti.
Meclis’teki dört parti, yeni anayasa yapma konusunda değil de, anayasa yapmama konusunda uzlaştılar, öyle mi?
Evet.
Dört parti, yeni anayasanın çıkmaması için anlaştılar. AK Parti’yi
bunlardan ayırmıyorum. "Dört partiden biri çekildiği takdirde Anayasa
Uzlaşma Komisyonu dağılacak” ilkesinde anlaştılar. Böyle bir ilkede
anlaşmak demek, "biz yeni anayasa yapmayacağız. Bizim yeni anayasa yapma
niyetimiz yok” demektir. Biz 2007’de de anayasa çalışması yapmıştık. O
anayasa komisyonunun başkanı bendim. O yüzden ben bir anayasanın
önündeki engelleri çok yakından yaşayarak biliyorum.
Sivil anayasa yapma konusunda AKP, 2007’de büyük bir fırsat kaçırmadı mı sizce?
Olayın
arka planını bilseydiniz... O günkü şartlarda yeni anayasa yapılamazdı.
Bize, anayasa yapılmayacak diye açık açık telkinler geldi.
Nereden geldi? Askerden mi?
Oralardan
geldi. "Yeni bir anayasa yaptığınız takdirde parti kapatılır” dediler.
Nitekim bir hafta sonra AK Parti’yi kapatma davası açıldı. O gün sivil
anayasayı yapma konusunda sayısal çoğunluğumuz yeterliydi ama demokratik
çoğunluğumuz yoktu. Türkiye, yarı demokratik bir ülkeydi.
Şimdi
demokratik çoğunluk var. Sivil anayasanın yapılmamasının bugünkü arka
planı nedir? Sivil anayasayı yapmama konusunda AK Parti kiminle
mutabakat sağladı?
Bilemiyorum. O da zaman içinde
görülebilir. Çok enteresandır. İki parti anayasanın değişmez maddelerine
dokunulmasın diye kırmızıçizgilerini açıkladıktan sonra AK Parti’den de
bazı yetkililer "Bu üç maddeye dokunmasak olur” diye beyanat verdiler.
Bu beyanatı duyduktan sonra AK Parti’nin yeni anayasa yapmada ayak
sürüdüğü kanısı bende hâkim olmaya başladı. Kaldı ki ben Kürt
meselesinin halli için anayasa değişikliği yapılması gerektiği kanısında
değilim.
Niye? Eşitliği sağlayacak "vatandaşlık” tanımını Anayasa’da yapmadan Kürt meselesi nasıl çözülecek?
Biz
önce gülünç yasaklardan kurtulmalıyız. TRT Şeş açıldı diye övünülüyor.
Peki, Kürtçe diliyle ilgili program yapmanın yasak olduğunu biliyor
musunuz? TRT Şeş’te çocuklara yönelik program yapılmasının yasak
olduğunu biliyor musunuz? Niye yasak? Çünkü dili öğrenecek olan
çocuktur. Çocukların Kürtçe öğrenmelerinin önüne geçmek için konulmuş
bir yasak bu...
TRT Şeş’i açan ve yönetmeliğini yapan AKP değil mi?
Evet
öyle. Dünyada çeşitli alfabeler var. Siz hiçbir ülkede harf yasağı
duydunuz mu? Q, X, W harfleriyle ilgili yasakların kaldırılması için
Anayasa değişikliğine gerek yok ki. Sizin hâlâ harf yasakladığınız
duyulsa, ancak mizah dergilerinin sayfalarında yer alabilirsiniz
dünyanın. Gülünç yasaklardan biri de yer isimleri. Kürtçe yer isimleri
iade edildi mi?
Edilmedi mi?
Edilmedi.
Bunun için Anayasa değişikliğine gerek var mı? Yok. Bakın, bir de Milli
Eğitim Bakanlığı’na bağlı halk eğitim merkezleri var. Bunların amacı
vatandaşa çeşitli beceriler ve diller öğretmek. Hangi yabancı dillerin
öğretileceğine bakanlık karar veriyor. Listede yüze yakın dil var ama
Kürtçe, Lazca yok. Bakanlıkta genel müdürün listeye Kürtçeyi, Lazcayı
eklemesi yeterli. Bu bile yapılmıyor. Biz bu gülünç yasaklarla zaten
Kürtlere "sen vatandaş değilsin” diyoruz. Anayasa’yı, "sen eşitsin” diye
değiştirsek ne yazar? Bu gülünç yasaklarla Kürtler gene vatandaş
olmayacak ki! Biz neyin kavgasını veriyoruz?
Erdoğan’ın
2005’te Diyarbakır’da Kürtlerden özür dilediğini hatırlattınız. Bu
gülünç yasakların kaldırılmamasını nasıl açıklıyorsunuz şemdi?
Hepimizin
hak, özgürlük ve eşitlik algılarımız farklı. Bu farklılık aldığımız
eğitim sürecinden, yetiştiğimiz toplumdan kaynaklanıyor. Her şeyden
evvel beynimizin sınırları var. Demokrasi ve özgürlüklerle ilgili
sınırlarımız var. Herhalde o sınırlara dayanıldı.
Tayyip Erdoğan demokrasi ve özgürlük anlayışının sınırına mı geldi?
Hepimizin
sınırları var. Tayyip Bey de belki sınıra geldi. "Ne isteniyor benden?
Daha fazla ne istiyorsunuz? İşte TRT Şeş’i verdim” diyebilir. TRT Şeş’i
verdiniz ama, bu kanalda çocuğa uykudan önce bir Kürtçe masal
anlatamıyorsunuz. Yasak bu! Mesela soyadı konusu var. Siyasi Partiler
Yasası’ndan Terörle Mücadele Yasası’na kadar bir sürü yasak var. Bunlar
tek maddelik bir kanunla bir günde toptan değiştirilebilir. Şu, şu, şu
kanunun şu maddesi yürürlükten kaldırıldı dediğiniz zaman, sizin
anayasada vatandaşlık anlayışını değiştirmenize lüzum kalmaz.
(Devam edecek)