Sayın
Başbakan; "Özgürlüklerin de bir sınırı var. 25 kuruşa simit yok artık”
demek demokrasi adına can sıkıcı, hiç hayra alamet değil.
Bugünlerde biraz da hayretle izliyorum. Çünkü öylesine bir psikolojik savaş açılmış durumda ki, sapla saman birbirine karışıyor.
Sanki
bu ülkede Kürt sorunu artık yok ya da demokrasinin gerekleri yerine
getirilerek Kürt sorunu neredeyse çözülmüş ve şimdi PKK’nın tasfiyesi
son aşamasında...
‘Psikolojik savaş’la öylesine bir hava yaratılmak isteniyor ki, "Ya devletten yanasın ya da terörden!”
1990’lar da böyleydi.
Bağımsız, eleştirel bir duruşun varsa yandın, vatan haini damgasını yerdin, PKK terörünün aleti sayılırdın.
Bütün yaşananlardan sonra bugün geldiğimiz nokta hiç de heyecan verici değil. Ayrıca, yeni bir tarafı yok bu devletçi tavrın.
STALİNİST, TOTALİTER!
1980’ler, 1990’lar Öcalan’ın Stalinist, totaliter kafa yapısının yerden yere vurulmasıyla geçti.
Haksız mıydı? Değildi.
Ben
de kaç kez yazmıştım bu konuda. 1992’deki bir yazımı anımsıyorum, ‘İki
ateş arasında Kürt aydınları’ diye. Devletle PKK’nın iki taraflı baskısı
altında nefessiz kalanların çıkmazını anlatmıştım.
PKK baştan beri silahı, şiddet ve terörü siyaset aracı olarak benimsemiş bir örgüt.
Bugün de öyle.
PKK’nın bu anlayışı dün olduğu gibi bugün de haklı olarak eleştiriliyor.
Peki ya KCK?..
PKK’nın şehir yapılanması...
Öyle mi?
İyi de, önce şu soruyu sormak lazım:
PKK ilk defa mı örgütleniyor şehirlerde, siyaset sahnesinde?
Bu sorunun yanıtı hayır.
Bugüne
kadar kurulmuş ve kapatılmış, HEP’ten DEP’e, HADEP’ten DEHAP’a kadar
adlarını neredeyse unuttuğumuz bütün partiler neydi?
PKK bunların neresindeydi?
Ya
BDP nedir, yine kapatılmayı bekleyen?.. Bu parti değil mi, yüzde 10
barajına rağmen 2.5 milyon oyla 36 milletvekili seçtiren?.. Peki ya
bugün sayıları 88’e çıkmış BDP’li belediyeler?..
KCK’yı yeni keşfedenlere sormak lazım:
BDP’li
belediyelerde, BDP örgütlerinde ya da sivil toplum kuruluşlarında bin
yıldır bir kenarda oturan komiserler ‘yeni’ bir şey mi?..
‘Yeni’ olmayan o kadar çok şey var ki.
TERÖR ÖRGÜTÜ DEMEK YETTİ Mİ?..
Özellikle
1990’ların ilk yarısında Türkiye PKK’ya karşı Başkan Clinton
Amerikası’ndan, Barzani’den aldığı destekle de yürüdü PKK’nın üstüne.
Kuzey Irak’ta en büyüğü 1995’de olmak üzere ‘sandviç operasyon’ları
yapıldı.
Devlet dağda PKK’yı kovaladı. Şehirlerde binlerce faili
meçhul cinayet işledi. Mezra ve köyler yakılıp yıkılırken, mecburi
göçlerle bir kaç milyon Kürdü kendi yurdunda sürgün etti.
Hapishaneler doldu taştı. Partiler kapatıldı. Milletvekilleri, belediye başkanları hapse atıldı.
Peki ya sonuç?..
Bütün bu acılar, PKK’yı şehirlere taşırken büyüttü.
Bir başka deyişle:
PKK’ya terör örgütü demek yetmedi.
Çünkü
PKK sadece silah ve şiddetten ibaret değildi. Aynı zamanda Kürtlerin
önemli bir bölümünün içine giden toplumsal kökleri ve siyasal tabanı
vardı.
Realite buydu.
Kürt sorununun sahneye çıkardığı PKK, özellikle 1990’ların acılarıyla Kürt sorunuyla içiçe geçmeye başladı.
Bugün de realite bu.
KCK da böyle.
KCK VE DEVLET...
Varsayalım KCK, PKK’nın şehir yapılanması...Ve geleceğe yönelik bir ‘devlet örgütlenmesi’ne ilişkin bir program...
N’olacak şimdi?
PKK’ya sadece terör örgütü demekle nasıl bir yere varılamadıysa, KCK’ya da paralel devlet demekle bir yere varılamaz.
Sorun derinleşir.
KCK
operasyonlarıyla, davalarıyla siyasetin alanı daralıyor. Eline silah
almamış, şiddete bulaşmamış insanlar hapse atılarak sorun boyutlanıyor.
Evet,
PKK’nın silahı, şiddet ve terörü elbette kabul edilemez. Bugün ilk
aşamada derhal ateşkes ilan ederek, bir süreç içinde silah bırakması
şarttır kalıcı bir barış için.
Ama her seferinde bu nokta vurgulanarak düzlüğe çıkılmıyor. Çünkü esas mesele ‘Kürt sorunu’yla ilgili, özünde bu yatıyor.
Kürt sorunu daha çözülmedi.
Kürt
sorunu keşke demokrasinin gerekleri yapılarak çözüm rayına girebilse...
Keşke sonunda Türkiye de, tıpkı İspanya’da ETA’ya olduğu gibi, "PKK’yı
demokrasi yendi” diyebilse...
Ama bugün böyle bir noktaya yakın değiliz.
ŞİDDETE KULP TAKMAK!
Yanlış anlaşılmasın:
Demokrasi
konusunda daha yapacak çok iş var demek, PKK’nın silahına, şiddetine
kulp takmak değildir. Bir olguyu, eski deyişle ‘vakıa’yı belirtmektir.
Türkiye’de ‘demokrasi sorunu’yla içiçe geçmiş olan Kürt sorunu,
2000’lerde atılan bazı olumlu adımlara rağmen bugün hâlâ çözüme uzak
noktadadır.
Kürtçeyi seçimlik ders olarak bile okulda öğrenemeyen,
kendi anadillerinde eğitimden yoksun olan Kürtler, Türkiye’de hâlâ
yalnız bu nedenle assimilasyon sürecinde yaşamaya devam ediyorlar.
KCK VE ODAK KAYMASI...
Kürtlerin dün yaşadığı acılar, bugün yaşadığı acılar var. Kürtlerin dün de barış özlemi vardı, bugün de var.
Şimdi Kürtlerin bu halinden çok, PKK ya da KCK’nın ‘totaliter zihniyeti’ne dayalı mutasavver devlet düzenini eleştirirsek...
"PKK
yarın Güneydoğu’yu ele geçirecek, KCK’nın Stalinist düzeniyle Kürt
kardeşlerimizi inim inim inletecek” diyerek, dünü ve bugünü ya da asıl
meselenin arka planda kalmasına yol açarsak...
Biraz ‘odak kayması’ olmaz mı bu? Devlet de açmış olduğu ‘psikolojik savaş’la bunun peşinde değil mi?
Elbette
PKK da eleştirilecek, KCK da. PKK’nın şiddet ve terör eylemlerinin çare
olmadığının, silahın kullanım süresinin artık dolduğunun altı
çizilecek.
DEMOKRASİYLE ÖZGÜRLÜK!
Ama
asıl önemli olan, bu ülkede demokrasinin yollarını ve siyasetin alanını
genişletmektir. Özgürlük ortamı geliştikçe, Kürtlerin sesleri de
çeşitlenir, daha gür çıkar.
PKK’nın, KCK’nın totaliter ya da
Stalinist tasavvurlarını asıl etkisiz kılacak olan da bu ülkede
demokrasinin yerli yerine oturmasıdır.
Yine belirtiyorum, henüz bu noktadan uzağız.
Yarın
demokrasi yerli yerine otururken, PKK da silah bırakıp dağdan inebilir,
KCK ile yeni bir parti kurabilir. Başka Kürt partileri de sahnede
yerlerini alabilir.
Bazıları, şiddeti dışlamak koşulu ile İspanya’da
veya Britanya’nın İskoçyası’nda, Kuzey İrlandası’nda olduğu gibi ayrı
devlet kurmayı isteyebilirler.
Hepsi mümkün.
Demokraside var bunlar.
Böyle bir yolun açılması ise bir ‘süreç’tir, barış süreci...
2005’İN BARIŞ SÜRECİ...
Sayın Başbakan;
Özellikle 2005’ten itibaren yüreğinizi de, siyasal kararlılığınızı da koyup bir ‘barış süreci’ni başlatmıştınız.
Çok iyi de gidiyordu.
Şimdi frene bastınız.
‘Eskiye
dönüş’ün birçok belirtisi su yüzüne vurmuş durumda. Kürt sorunu
görmezlikten gelinirken, PKK ile mücadele yine güvenlik meselesine
indirgeniyor.
Siyasetin alanı daralıyor.
Demokrasiye ilişkin çafçaflı sözler ara sıra kulaklara çalınsa da, meselenin esasından uzaklaşılıyor.
25 KURUŞA SİMİT YOK AMA...
Sayın Başbakan;
"Özgürlüklerin de bir sınırı var. 25 kuruşa simit yok artık" demek bu bakımdan hiç hayra alamet değil.
Demokrasi adına can sıkıcı.
Partinizin Meclis Grubundaki konuşmanızı okuyunca, sizinle ilgili eski sorum yine aklıma takıldı:
Yoksa Ankara’lılaşıyor musunuz?