Kürtlerin çocukları ve dilleri
Tarihin kendine verdiği çeki düzen bazı
dönemlerde elinde olmadan bir sürat kazanıyor. Demokratik açılımla
birlikte Kürt meselesinde 20 yıl önce hayal bile edilemeyecek gelişmeler
sağlandı. Bu gelişmeleri görmek istemeyenler, 20 yıl önce bir Kürt’ün
İstanbul sokaklarında rahatlıkla Kürtçe konuşarak dolaşabildiğini öne
sürerler. En fazla on yıl önce Yenikapı’da bir Kürt gencinin iki asker
tarafından, "Türkçe konuş ulan, burası Türkiye” denilerek dövüldüğüne
tanık olmuştum. Nâmevcut sayılan bir dile konuşma yasağı getirilmesi
elbet ironik. Mevcut olmayan bir dil, mevcut olmayan bir halkı
gösterirdi. Bu sadece despot toplum mühendislerinin bir sanrısıydı hoş.
Bastırmaya çalıştığınız korkular bütün varlığınızı işgal eder, er geç.
Kürtler nüfus olarak görünmez kılınmayı reddettiler, varlıklarını
sürdürmek için. Doğurdular, çoğaldılar, yayıldılar. Tansu Çiller
hükümetinde Devlet Bakanı olarak görev yapmış olan Salim Ensaroğlu, 1997
yılında gündeme gelen MGK tavsiyesinden söz ediyor: 2010 yılında
nüfusun yüzde 40’ının Kürtler’den, 2025 yılında da yüzde 50’sinin
Kürtler’den oluşması tehlikesine karşı, 3’ten fazla çocuk yapanlara bir
cezai müeyyide getirilmesinin söz konusu edildiği raporda ayrıca,
Kürtlerin bilinçli bir şekilde çok çocuk yaptığı belirtilmiş. Kürtler
çok çocuk yapıyorlar, doğallıkla; insanoğlu mevcudiyetini koruma
güdüsüne sahiptir. Hanede taş taş üstüne kalmasa da ocak tütecek.
Yasaklı dil hiç değilse çocuklardan biri tarafından öğrenilecek. Resmi
tarihin sayfalarında okunamayacak bir sahne, dilden dile aktarılarak
çocuk bilinçlerinde yaşatılacak. Kürt kökenli bir yazar arkadaşım Dersim
İsyanı’yla ilgili bir anekdota yer vermiş yenilerde gönderdiği
mesajında: İsyanın ardından Seyit Rıza’yı idam sehpasına götürürlerken,
Seyit oğlunun da idam edileceğini öğrenir. Son bir istekte bulunur,
oğlumu benden sonra asın, der. Olur, derler. "Hiç bir baba evladının
gözleri önünde ölmesini, hele ki öldürülmesini istemez. Ama ölümünde
bile Seyit Rıza’ya acı vermek isterler. Önce oğlunu asarlar gözlerinin
önünde. Sonra da onu ipe çekerler”, diye yazıyor arkadaşım. Böyle bir
zulmün hikayeleri yasaklı dilde anne babalarca evlatlara aktarılmadı
mı... Belki eksik, belki fazla anlatıldı bu hikayeler. Kart kurt’tan
Kürt realitesi’ne geçmek tam 69 yıl almış. (Demirel 1992’de
Diyarbakır’da "Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. 69 yıl; yani yirmi
sekiz isyan, yüz binlerce ölü, idam tecavüz. İsmi değiştirilmesi
yetmiyormuş gibi yakılıp yıkılarak haritadan silinmek istenen köyler de
cabası. Kimileri hâlâ Kürtçe diye bir dilin bulunmadığını ispatlamaya
çalışmayı sürdürüyor gerçi. Bugün Kürt varlığının, Kürt dilinin kabulü
bile çok önemli bir aşama; nerelerden geldiğimize arada sırada bir göz
atabiliyorsak. Daha fazlası elbette gerçekleşebilirdi. Hakkaniyetli bir
çözümü ne Türk şovenistleri istiyor, ne de Kürt şovenistleri. Devasa
gelişen örgütlerin handikapı budur: Araç amaca dönüşürken amacı
anlaşılmaz anlaşılmaz hale getirir. Birarada yaşama kabulleri konusunda
işlerin çığırından çıktığı, birlikteliği değil parçalanmayı esas alan
bir iki yüz yılı geride bıraktık. Etienne Balibar’ın dediği gibi:
Çağımız dünyası devletler, halklar ve kültürler arasında yeni bir
eklenme modelinin yoksunluğunu yaşıyor. Bu yoksunluk ise
"sömürgecilikten kurtuluş” çağına, eski sömürgelerle eski metropoller
arasırndaki nüfus hareketlerinin tersine çevrilişi, insanlığın tek bir
siyasal alan içinde parçalanışı çağına ait yeni bir ırkçılığın alıp
başını gitmesine sebep oluyor. Yeni ırkçı yapılanmaların gençler dağlara
çekilmesin, silah tutmayı yeni öğrenen askerlerin kanları daha fazla
akmasın diye bir kaygısı yok. Şiddetle bastırmanın mantığı, gücü elinde
tutanın haklı olduğuna dayanır. Mazlumun ezilme döneminde içinde
geliştirdiği isyanın küçük aralıklardan sızarak büyük bir isyana
dönüşeceğine de aklı yatmaz bu zihniyetin. Dili inkâr edilen halkın
birkaç kelimeyle özetlenmesine karşı cevabı, çok çocuklu aileler.
Çocuklar büyüklerin göze alamayacağı bir mesafeden bakarlar güç
merkezlerine; çocukluğun erdemi de işte o masumiyette saklıdır. Büyümek,
çocukluk çağının sağladığı, Tolstoy’un "şairane ve esrarlı” diye
nitelediği duygunun yitirilmesi de demek. Bir yitim yaşansa da hatıralar
hayatı güzelleştirmeye devam edecek. Yasaklı bir dil, havada uçuşan
taşlar ve mahkeme salonları... Kürt kökenli çocukların hatıraları
şairane ve esrarlı bir duyguyla dolmalarına yol açabilir mi acaba...
Bastırılan kelimelerin sağından solundan fışkıran imgeler hangi şairane
duyguyu yansıtıyor olacak... Kürt kökenli yazar arkadaşım şunları da
yazıyor mesajında: "Ben küçükken yan köydeki jandarma karakolunun
önünden geçtiğimizde, büyüklerimiz bizi, sakın Kürtçe konuşmayın, diye
uyarırlardı. Hep beraber kırık Türkçelerimizle geçerdik oradan,
korkarak. Ben yıllarca bu "küçük ve sıradan” olayın anısını içimde
taşıdım.” Bir tarafın dili inkâr edilirken, bir taraf da dili nâmevcut
sayılan kesimle diyaloğunu üç beş kelimeye indirgiyor: Kalleş, hain,
kansız... Anlamdaki dozaşımı kavramı bir yere kadar taşıyabiliyor. Tarih
de yorgun düşer, bütün koruma ve gözetmelere karşılık. Şimdi birkaç
kurum biraraya gelmiş, 85 yıl önce idam edilen Şeyh Sait’i anıyor. "Şeyh
Sait haindi.” Bu yargıya Türkçe’yle şiddet içeren kelimeler
aracalığıyla tanışmış Kürt çocuğunu nasıl ikna edebilirsiniz ki…Cihan Aktas Taraf gazetesi
|