Kimine
göre 90, kimine göre 30 yıldır kanayan Kürt yarasına deva bulmak için
geçen yıl oturulan Oslo masasını ayağa kaldırma konusunda esinlendirici
olur umuduyla eski günlerde yaşanan başarılı bir müzakere hikâyesi
anlatmak istiyorum.
Kürdistan
coğrafyası, 15. yüzyılda sırasıyla her ikisi de Sünni Türk(men)
hanedanları olan Karakoyunlular ve Akkoyunluların egemenliğinde
yaşamıştı. Fatih Sultan Mehmed’in 1473’te Otlukbeli’nde yendiği
Akkoyunluların sonunu 1501’de Şii Safevilerin 14 yaşındaki lideri Şah
İsmail getirmişti.
Tebriz’den İstanbul’a
Doğu
sınırındaki bu gelişmeler Osmanlı’yı Dersim ve Kürdistan’la ilgili özel
politikalar geliştirmeye yöneltti. Bu politikaları uygulayan kişiyse
1501’den beri Osmanlı sarayında yaşayan İdris-i Bitlisî oldu. 1452 ile
1457 tarihleri arasında doğduğu anlaşılan İdris-i Bitlisî’nin eğitimi ve
etnik kökeni üzerine çelişkili bilgiler var. Türk çevreleri İdris-i
Bitlisî’nin Kürt kökeninden hiç söz etmedikleri gibi, bazen Türk
olduğunu bile ileri sürüyorlar. Bir arşiv belgesinde ise İran’ın Rey
şehri yakınlarındaki Sülukan nahiyesinde doğduğu yazılı. Kürt
çevrelerinde ise Hakkâri veya Bitlis Kürtlerinden Hüsameddin Ali adlı
bir ulemanın oğlu olduğu kabul ediliyor.
Ancak Kürt ve Türk
kaynakları İdris-i Bitlisî’nin, çok genç yaşlarında, babasının da kâtip
olarak hizmet verdiği Akkoyunlu sarayına intisap ettiği konusunda
uzlaşıyor. Akkoyunlu sarayı 1403’ten itibaren Diyarbakır’da (Amid),
1469’dan sonra Tebriz’deydi. Uzun Hasan’ın 1478’deki ölümünden sonra
başa geçen Sultan Yakup’un özel kâtibi olan İdris-i Bitlisî, daha
sonraki sultanlara da nişancı ve kâtip olarak hizmet vermiş ve Şah
İsmail’in Akkoyunluları tarihe gömdüğü 1501’e kadar, yazdığı fermanlar,
tezkireler, taziye ve kutlama mektuplarıyla sadece Akkoyunlu sarayında
değil, komşu ülkelerin saraylarında da bilinir olmuştu. Rivayete göre
etkilediği kişiler arasında Sultan Yakup adına bir kutlama mektubu
yazdığı II. Bayezid de vardı.
Yavuz’un Kızılbaş politikası
Sofu
bir Sünni olan Bayezid’le İdris-i Bitlisî’yi birleştiren hususlardan
biri de Kızılbaş düşmanlığıydı. Şah İsmail, 1501’de Erzincan’a kadar
geldiğinde kendisini Sivas, Tokat, Amasya, Antalya, Karaman ve Tarsus’un
Türkmen Kızılbaşları karşılamaya gitmiş, II. Bayezid bu büyük göçü
endişe içinde izlemiş, Anadolu’daki Osmanlı egemenliğine yönelik en
ciddi tehdidin Şah İsmail’den geleceğini hissetmiş olmalıydı.
İşte
tam bu günlerde, Şah İsmail’in orduları Akkoyunlu sarayını yerle bir
ederken ailesi de zarar gören İdris-i Bitlisî İstanbul’a doğru yola
çıktı. Saray ve diplomasi tecrübesi bir yana, geniş kültürüyle II.
Bayezid’in işine yarayacak biri olduğu açıktı. Nitekim İdris-i Bitlisî,
İstanbul’da büyük kabul gördü ve padişahın emriyle 8 bin beyitlik ünlü
manzum eseri Heşt Biheşt’i kaleme aldı. Eserin adı Farsçada ‘Sekiz
Cennet’ anlamına geliyordu ve Osman’dan II. Bayezid’e kadarki sekiz
Osmanlı padişahının hayatını anlatıyordu. Bu eser Osmanlı devletinin ilk
mufassal tarihiydi. Ancak iddialara göre, saraydaki bazı çevreler
İdris-i Bitlisî’yi çekemedi, padişahın aklını çeldi ve II. Bayezid bu
eser için kendisine vaat ettiği parayı ödemedi. Bunun üzerine İdris-i
Bitlisî kırgın biçimde Mekke’ye yerleşti.
Safevilerin Kürt politikası
Şah
İsmail 1507’de Ermeni ve Kürtlerin yurdu Erciş ve Ahlat’ı, ardından
Dulkadiroğullarının merkezi Maraş’ı fethetmiş, Bitlis’in Kürt hâkimi
Şeref Han’ı kendisine bağlamıştı. Diyarbakır’a atadığı adamı, Musul ve
Cizre’de kan dökerek Safevi egemenliğini iyice pekiştirmişti. Bunun
üzerine 11 Kürt emiri Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek üzere şahın
bulunduğu Hoy şehrine gitmişler ama Şah İsmail bu beylerin sekizini
hapse attırmıştı. İşte Safevi-Kürt ilişkilerinin iyice gerildiği bu
ortamda II. Bayezid öldü (1512), tahta tarihe ‘Yavuz’ unvanıyla geçecek
olan I. Selim çıktı.
Yavuz Selim, Şah İsmail’in II. Bayezid’in
izniyle gerçekleştirdiği 1501’deki Erzincan ziyareti sırasında Trabzon
valisiydi ve Anadolu Kızılbaşlarıyla Safevilerin ittifakının nelere mal
olabileceğini daha o zaman idrak etmişti. Babasının vasiyeti de
"Mısırlıdan Osmanlı’nın, Kızılbaştan ehl-i İslamın öcünü alması”ydı.
Padişah İdris-i Bitlisî’ye bir miktar para göndererek gönlünü aldı ve
saraya geri dönmesini sağladı.
Amacı Şii Safevilerle Sünni
Osmanlı devleti arasında Sünni Kürtlerden bir duvar örmekti. İdris-i
Bitlisî, Safevilerle Osmanlı arasında seçim yapmakta zorlanan Kürt
beylerini ikna etmekle görevlendirildi. Muhtemelen 1514’ün başında,
İdris-i Bitlisî ile 28 Kürt beyi Amasya’da bir araya geldi. İddiaya göre
İdris-i Bitlisî yanında Yavuz’un mühürlediği, boş beratlar, bayraklar,
hediyeler götürmüştü. İdris-i Bitlisî, beratları ihtiyaca ve talebe göre
doldurmaya izinliydi.
Görüşmeler olumlu geçti. Kürdistan
coğrafyasının önemli bir bölümüne hâkim olan 28 Kürt beyi değişik
imtiyazlar karşılığında Osmanlı devletine bağlı kalmaya söz verdi.
İdris-i Bitlisî’nin Kürt emirleriyle yapılan antlaşmanın orijinali
elimizde yok ama sözlü tarihle aktarıldığına göre, anlaşmanın temel
maddeleri Kürdistan ümerasının atadan, babadan kalma irsi haklarının
tanınması; Osmanlıların Kürtlere, Kürtlerin de Osmanlılara bütün
savaşlarda destek vermesi; Kürtlerin Osmanlı devletine belli bir
miktarda vergi ödemesi veya hediye göndermesi hakkındaydı.
Kılıca karşı tüfek
İdris-i
Bitlisî, 20 Nisan 1514’te İran seferi arifesinde Tebriz’e gönderdiği
öncü heyetin içindeydi. Heyetin yaptığı çalışmalar sayesinde Yavuz’un
orduları Amid’e (Diyarbakır) vardığında şehrin Safevi Valisi ordularını
geri çekmişti. 23 Ağustos 1514’te Kuzeybatı İran’daki Çalderan mevkiinde
yapılan savaşta, savaşa katılan Lütfi Paşa’nın deyimiyle ‘Rum padişahı’
Yavuz Sultan Selim’in Sünni Türkmenlerden ve Kürtlerden oluşan ve ‘ateş
saçan ağaç parçası’ (yani top ve tüfek) kullanan 210 bin kişilik
ordusu, Şah İsmail’in Türkmen boylarından oluşan ve sadece mızrak, ok ve
kılıç kullanan 28 bin kişilik ordusunu yenmişti.
Tebriz
direnmeden teslim olmuş, ama Yavuz sadece dokuz gün kaldığı şehirden
Karabağ’a gidecekken, Yeniçerilerin isyanı üzerine Amasya’ya dönmek
zorunda kalmıştı. Dönüşte Bitlis ve Diyarbakır Osmanlı egemenliğine
girdi. İdris-i Bitlisî, Diyarbakır eyaletini 19 sancağa böldü. Bunlardan
11’ini Osmanlı sarayının tasarrufuna bıraktı. Geriye kalan 8 sancağı
‘yurtluk’ ve ‘ocaklık’ adıyla babadan oğula geçmek üzere Kürt beylerine
bıraktı. Bıyıklı Mehmed adlı bir Kürt beyi 1515’te kurulan Diyarbekir
Beylerbeyliği’ne tayin edildi.
Yavuz’un Kızılbaş katliamı
Ama
etkileri (travması) günümüze kadar süren bir başka olay daha yaşandı bu
sefer sırasında. Yavuz Sultan Selim, gidiş ve dönüş yolunda Şah
İsmail’in doğal müttefiki olan Anadolu’nun Kızılbaş halkının kılıçtan
geçirilmesini emretmişti. Kendini haklı çıkarmak için de Şeyhülislam
İbn-i Kemal ve Müftü Hamza’dan Kızılbaşların kadınları ortaklaşa
kullandıkları, Kuran’ı, camileri yaktıkları şeklinde fetvalar
çıkartmıştı. İdris-i Bitlisî’nin Selimname adlı eserine göre, 40 ila 70
bin arası Kızılbaş öldürülmüştü. Ancak çeşitli lojistik sorunlar ve
Yeniçerilerin gönülsüzlüğü yüzünden Yavuz’un ordusu Kızılbaşlara karşı
da mutlak bir galibiyet elde edemeden Eylül 1515’te İstanbul’a döndü.
Şah İsmail, ordusunu yeniden topladı ve Türkmen kökenli Kara Han veya
Kara Bey diye bilinen adamını Amid’e yolladı. Amid’in Kürt beyi şehri
Kara Han’a terk etmeyi reddetti. Bundan sonra taraflar arasında 16 ay
sürecek bir kovalamaca başladı. Amasya Anlaşması ilk sınavını Kara Han’a
karşı mücadelede verdi. İstanbul’dan gönderilen Karaman Beylerbeyi
Hüsrev Paşa’nın kuvvetleriyle takviye edilen Kürt birlikleri, Kara
Han’ın birlikleriyle Kızıltepe yakınlarında Osmanlıların Koçhisar dediği
mevkide karşılaştı. 1516’nın Nisan’ında Kara Han yenildi. Bunun ödülü
olarak, aynı yıl kurulan Diyarbakır merkezli Arap Kazaskerliği’ne
İdris-i Bitlisî atandı ancak bu görev kısa sürdü.
İddialara göre,
Şah İsmail’in hem İran hem Anadolu’daki Kızılbaşlar üzerindeki
mistik-karizmatik gücünden çok etkilenen Yavuz’u, benzer bir etkiyi
sağlamak için, Kahire’deki İslam halifeliğini İstanbul’a getirmesi için
ikna eden İdris-i Bitlisî’ydi. 1516-1517’de Sünni Çerkes ve Türk
kölelerin kurduğu Memluk Devleti’ne karşı yapılan Mısır seferi sırasında
Yavuz’a, 16 Kürt beyi ve askerleri eşlik etmişti. İdris-i Bitlisî,
sefer sırasında Yavuz’un ‘din kardaşlarına’ yapmış olduğu haksızlıkları
bir kaside ile padişaha aktarmış, padişah kızmak yerine kendisini
iltifatlara boğmuştu.
Osmanlı kaynaklarında ‘Mevlana’,
‘Hakimeddin’, ‘Kutlu Müderris’ diye anılan İdris-i Bitlisî Yavuz’dan iki
hafta önce, 18 Kasım 1520’de İstanbul’da öldü. Amasya Anlaşması’nın
mimarları erken ölmüştü ama attıkları temel öyle sağlamdı ki
Osmanlı-Kürt ilişkileri 300 yıl neredeyse sorunsuz gitti.
Kızılbaş katliamının mimarı mı?
İdris-i
Bitlisî bu tarihçe yüzünden bazı kesimlerce ‘İdris-i İblisi’ diye
adlandırılıyor. Bu çevreler için Yavuz’un adı da ‘Yezid’. Koyu bir Sünni
olan İdris-i Bitlisî’nin Kürt olsun, Türkmen olsun Kızılbaşları
‘zındık’, ‘kâfir’, ‘Mezheb-i na-hak’ diye nitelediği biliniyor.
Selimşahname adlı eserinde Kızılbaş katliamlarını ayrıntılı biçimde
anlattığı da doğru. Ancak bugün bazı çevrelerin iddia ettiği gibi, bu
katliamlar sırasında İdris-i Bitlisî Yavuz’un yanında değildi.
Yavuz
sefer sırasında ordunun yorulduğunu söyleyerek dinlenmeyi öneren pek
sevdiği Karaman Beylerbeyi Hemden Paşa’yla nüfuzlu pek çok Yeniçeriyi de
öldürtmüştü. Biraz daha geriye gidersek, Yavuz’un tahta geçtikten sonra
iki ağabeyini, sekiz yeğenini, üç vezirini öldürdüğünü de biliyoruz.
Yani Yavuz, iktidar mücadelesinde kimsenin gözünün yaşına bakmazdı. Ama
daha önemlisi, Şii-Kızılbaş düşmanlığı 1736’ya kadar sürecek olan
Osmanlı-Safevi çekişmesinin bir türevi olan, köklü bir devlet
politikasıydı ve İdris-i Bitlisî’nin bu politikayı değiştirmesi mümkün
değildi. Nitekim Yavuz’un oğlu Kanuni Sultan Süleyman ve onun oğlu II.
Selim dönemlerinin Kürt kökenli şeyhülislamı Ebussuûd Efendi’nin 30
yılda verdiği fetvalarla, Safevilerin ‘beşinci kolu’ gibi görülen
Kızılbaş Türkmen katliamı adeta bir rutin halini almıştı. Hırvat kökenli
Kuyucu Murat Paşa l606’da sadrazam olduktan hemen sonra bazı kaynaklara
göre 100 binden fazla Türkmeni (çoğu Kızılbaştı) kazdırdığı kuyulara
diri diri gömdürmüştü. Ondan 50 yıl sonra Köprülü Mehmet Paşa, Celali
ayaklanmalarını bastırmak adı altında Kızılbaş Türkmenleri yeniden
kılıçtan geçirmişti. Bu tarihçeye bakınca, kabağın neden İdris-i
Bitlisî’nin başına patladığını anlamak zor.
Kürtleri böldü mü?
Bazı
çevrelerse (özellikle Sünni Kürt çevreleri) İdris-i Bitlisî hakkında
ikiye ayrılmış durumda. Bazı araştırmacılar, Osmanlıların 1514’ten
1517’ye kadar sadece 4 yılda topraklarını ikiye katladığını, İslam
Halifeliği unvanını da alarak bu koca devleti en az 300 yıl çok
debdebeli bir şekilde koruduğunu, bunda Kürtlerin büyük payı olduğunu
düşünüyor. Buna karşılık 1514 Amasya Anlaşması’nın Kürdistan’ın
Osmanlılar (daha sonra da Türkler) tarafından sömürgeleştirilmesinin
başlangıcı olduğunu, o tarihe kadar bağımsız yaşayan Kürtlerin
Osmanlı’ya asker ve vergi veren tebaaya dönüştüğünü söylüyorlar.
Dolayısıyla İdris-Bitlisî’yi Kürtleri devlet kurmaktan alıkoyan, bölüp
parçalayıp Osmanlı’ya tabi kılan, Kürt askerlerini Osmanlı uğruna telef
eden, (en hafifinden) bir ‘işbirlikçi’, (en ağırından) bir ‘hain’ olarak
görüyorlar.
Bazı araştırmacılarsa, ‘büyük stratejist’ diye
övdükleri İdris-i Bitlisî’nin ve Amasya Anlaşması’nın, dağınık ve
birbiriyle çatışma halindeki irili ufaklı Kürt aşiretlerinin,
beyliklerinin, emirliklerinin, Osmanlı ve Safeviler gibi iki büyük güç
arasında ezilmesinin önüne geçtiğini düşünüyor. Onlara göre, bu
anlaşmalardan Kürtler de kazançlı çıkmış, sayıları zaman içinde 400’e
varacak olan Kürt ‘mirlikleri’ Osmanlı devletinin siyasal, idari ve
askeri sisteminin önemli bir parçası haline gelmişler, Kürt egemenleri
kendilerine ayrılan alanlarda otoritelerini pekiştirirken, bir daha
savaş yüzü görmeyecek olan Kürt şehirlerinde sosyal, kültürel ve
ekonomik canlanma yaşanmış, Kürt etnik-kültürel varlığı varlığını
korumuştu. Üstelik bu süreçte, Kürtler edilgen değil, etkin aktörler
olarak devletin politikalarını da etkilemişlerdi.
Kaba hatlarıyla
özetlediğim Yavuz Sultan Selim İdris-i Bitlisî işbirliğinin Osmanlılar
ve Kürtler için ne anlama geldiği, İdris-i Bitlisî’nin ‘Mevlana’ mı,
‘iblis’ mi, ‘Osmanlı stratejisti’ mi yoksa ‘hain Kürt’ mü olduğu gibi
sorulara muhtemelen her okur farklı cevaplar verecektir. Ben kendi
payıma, "Tarihsel olayları dönemin şartlarıyla değerlendirmek gerekir”
ve "Tarihte ne olmuşsa öyle olması gerektiği için olmuştur” demekle
yetiniyorum. Ama bu hikâye yeni Oslo süreci için esinlendirici olursa ne
mutlu bize!
Özet Kaynakça:
Mehmed
Bayraktar, İdris-i Bitlisî, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991; V.L.
Menage, "Bidlisi, İdris”, The Encyclopedia of Islam, London, 1960, s.
1207-1208; Ahmet Özer, Kürtler ve Türkler, Hemen Kitap, 2009; Erdoğan
Aydın, Osmanlı Gerçeği, Nizamı Alem’in Gayri Resmi Tarihi, Su Yayınevi,
1999; Şakir Epözdemir, 1514 Amasya Antlaşması, Kürt-Osmanlı İttifakı ve
Mevlana İdris-i Bitlisî, Peri Yayınları, 2005.