Mıho Paşa ortada, sağında kardeşi Yusuf, solundaki kaynı ve katili İbrahim yer alıyor
Mıho Paşa (Miho İbihşaşo) Hataylı bir Kürt Paşasıdır. Hatay’ın
Fansızlar tarafından işgaline karşı mücadele etmiştir. Fransızlara ilk
kurşunu sıkanlardan biridir. Mücadelesi Fransızlara karşı olduğu kadar,
II. Dünya paylaşım savaşı hazırlıklarında Fransızların hukuk dışı
yollarla Hatay’ın ilhakına zemin hazırlayan çabalarına karşı da direnen
bir kahramanıdır.
Mıho paşayı bana torunu (Annesinin amcası) dostum Ahmet Göçeri anlattı. Bu makale onun çabalarıyla kaleme alınmaya başlandı. Dostum Ahmet Göçeri, kendi deyimiyle "Antakya
ve Reyhanlı Devrimci Kültür derneklerinin kurucuları bir mücadele
soyunun köklerinden gelenlerdi. İlk önceleri bizlerde bunun farkında
değildik ama sonra anladık ki bu çabalarımızın derin kökleri var” (A.Göçeri 7 Ağustos 2011 mail iletisi). İşte bu kökler bizi yine 35 yıl sonra, omuz omuza aynı çalışmada bir araya getirdi.
Mıho paşa Conka’da doğdu (Liva İskenderun’a tabi bir belde). "Mıho
Paşa, Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi Sekreteri Hemreş Reşo’nun
aşireti olan Reşwan aşiretindendir. Reşwanların Dogan hanesinden
İbihşaşoların ahfadıdır” (A Göçeri, ag ileti). Ahmet Ağa el Kinj
adında bir ağanın yanında rençber olarak çalıştı. İlk eylemi, bölgede
halka zulüm eden Osmanlı birliğine saldırmakla başlar, üç zorba, gaspçı
askeri katleder. Yakalanır ve Halep’te zindana atılır. Osmanlı
imparatorluğu çözülünce (1918) o da özgürlüğüne kavuşur. Bu kesitte
İngilizlerin yerine Fransızların bölgeye yerleşmeye başlar. Fransız
askerlerinin İskenderun limanından başlayan girişleri ve onu takip eden
sürede Halep’e girişleri, Mıho paşanın hayatında ciddi ve köklü
değişimin de başlangıcı olur. O tarihi kesitte işgal altında herkesin
sindiği, can derdine düştüğü, ticaretini işini gücünü korumaya çalıştığı
bir kesti. Mıho paşa ise küçük de olsa bir askeri güç oluşturmak üzere
ilk adımlarını atmış, henüz birkaç kişilik bir ekip oluşturmuştu ki,
vatan savunmasında işgalci Fransız’lara karşı ilk kurşunu sıkar.
Fransızlar, karşılarında kararlı bir iradeyle mücadele atılmak isteyen
tüm güçlere bir işaret saydıkları bu ilk kurşuna karşılık, Mıho Paşanın
karısını rehin alırlar. Teslim olmasını isterler. Ancak o, Fransız
karakoluna baskın yaparak, karısını kurtarır ( "Mıho Paşanın çocuğu
olmamıştır” (A Göçeri). Bu olayın yarattığı büyük yankı, Mıho paşa’nın
ününü bütün yörede yaygınlaştırır. Bölgede gezilerini yoğunlaştıran Mıho
paşa, etkisini Maraş ve Antep yöresinde pekiştirerek güç toplar. Eldeki
bilgiler, Mıho Paşanın Halep, Cebal el Ekrad (Lazkiye-İdlip yolu
üzerinde), Kırıkhan, Reyhanlı, Kilis, Antep yöresinde, Fransız işgaline
karşı duran kimi vatansever örgütleri toparlamaya başladığı ve gittikçe
büyük bir asker güç topladığını da göstermektedir. Ahmet Göçeri dedesi
Mıho paşanın etkinlik ve çalışma alanları için şunları iletti; "Mıhonun
esas Mücadele Merkezi olarak tuttuğu yer Kırıkhanın Yalangoz
bölgesindeki Gümid, İncirli ve Camus kışlası köyleridir. Bu üç köy
kendisinin ve yeğenlerinin köyleridir. O devirde Türkiye Süriye
sınırları olmadığı için bu insanların Afrin, Kilis ve Haleple yaşamları
bir idi. Sınırlar düzenlenince yaşamları ve ilişkileri ister istemez
değişti.”(A.Göçeri. 28 Temmuz 2011 mail iletisi)
Bu dönem Kürt halk hareketlerinin, Dersim yöresinde oldukça etkin hale
gemleşe başladığı dönemdir. Seyid Rıza’nın çalışmaları çevresindeki
aydınların da katkısıyla Kürt özgürlük hareketinin birliğini sağlamaya
yönelik ilişki ve çabaları da içeriyordu; Ahmet Göçeri iletisinde bu
noktaya "Seyid Rızanın Dış ilişkiler sorumlusu Dr. Nuri
Dersiminin Kırıkhanlı Alevi Kürdler arasındaki çalışmaları Koco Ağa,
M.Ali Göçmenin yararlı çalışmaları” olduğuna işaret etmektedir. (A. Göçer, mail iletisi).
Türkiye Cumhuriyet sınırların açık olduğu bu dönemde, sınırların
çevresini koruma adı altında Mıho paşayı, askeri üst rütbeler ve
imkanlar sağlayarak yanına çekmeye çalıştığı biliniyor. Amaç Paşayı ikna
edip bölgeden asker toplayarak, Maho paşayı tasfiye etmekti. Bu planı
anlayan Mıho paşa, asker toplamaya gelen Türk birliğine saldırır ve ağır
kayıplar verdirir.
Hatay’ın ilhakı için Türkiye’nin geliştirdiği planlar arasında bölgede
oluşturulan milis güçleri, Bu gelişmeler üzerine Mıho paşaya karşı tavır
geliştirmeye ve zaman zaman çatışmalara varan sorunlu süreçlere
girmiştir. Mıho Paşa bu gerginlik süreçlerinde, bölgede askeri bir milis
gücü kurmuş olan ve daha sonra "Hatay Devleti Cumhurbaşkanı” diye
oturtulacak Tayfur Sökmen’i tutuklar. Tayfur Sökmen’in Fransız işgaline
karı direnmekten çok TC’nin bölgedeki beşinci kolu olarak faaliyet
yürütmesi nedeniyle halkın tepkisini çekmiştir. Mıho Paşa’da bu
tepkilere dayanarak Tayfur Sökmen kendi kitabında Mıho Paşanın
kendisini ve birçok Mursaloğlu ağasını çeteleri vasıtasıyla toplattığını
Kürd Dağındaki Kazzıklı köyünde alı konulduklarından nefretle bahseder.”
(A.Göçeri 28 Temmuz 2011 mail iletisi). Bu çabalar da o denimin direnme
güçlerinin işgale ve ilhak amaçlarına karşı kararlı duruşlarını ifade
eder.
Mıho Paşa artık Türkiye’nin olduğu kadar Fransızların da baş düşmanı
olmuştur. Çekişme içindeki iki güç böylece ortak bir düşman karşısında
birleşerek Mıho Paşayı yok etmeye yöneldi. Bunu bir türlü başaramayan
güçler, Mıho paşanın en yakınındaki insanları satın almaya çalıştı.
Büyük rüşvetlerle, geniş arazi ve imkanlar sundukları en yakınındaki
kişi olan kayınbiraderi İbrahim’i ikna ettiler. O da, Eniştesini bir fırsatını bularak katletti. "Mıho Fransız ve Kemalistlerin işbirliği ile öldürülmüştür diye düşünüyorum.”(A.Göçeri 28 Temmuz 2011 mail iletisi). Mıho paşa Afrin’de defnedildi (1937). Mezarı hala oradadır.
Mıho Paşa’nın ölümü, bölgede direnme güçlerine indirilen önemli bir
askeri darbe oldu. Bu ölüm olayı Fransızlara karşı direnme çizgisinde
büyük boşluk yarattı. Büyük Suriye Devrim diye 1920’li yıllarda, Güneyde
Dürzi lider Sultan Paşa el Atraş, Şam’da Sünni Arap lider Yusuf el Azma, Halep’te Sünni Arap lider İbrahim Hanano, sahil şeridinde (Humus, Tartus, Lazkiye) Arap Alevi lider şeyh Salih el Ali’nin
yükselttiği direnme bir ölçüye kadar gerilemişti. İşgale karşı direniş
Hatay bölgesinde kesilmeden devam ediyordu; Antakya ve civarında Zeki el Arsuzi, M.Ali Zerka, Zeki Ural, İbrahim Zeyfa, Suphi Zekkur, Wehib el Ğanim gibi önderler, halk tarafından URUBA hareketi diye bilinen Usbat el Amel el Kavmi
(ulusal emek birliği) mücadele ediyordu. Bu kesitte Mıho paşanın etkin
askeri bir oluşum yaratması ve ortaya koyduğu mücadele (katledilmesiydi)
çok önemli çapta genişleyip yükselecekti. Aynı dönemde İngilizlere
karşı, Suriye/Ceble beldesinden şeyh İzzeddin el Kassam
Filistin devrim direnişini yükseltiyordu. Bu yanıyla, bölgeyi askeri
olarak işgal eden emperyalist güçlere karşı Filistin ve Hatay dışında
ciddi bir direnme kalmamıştı. Hatay direnişinde ise, Araplar-Kürtler ve
önemli oranda Türklerin omuz omuza yer alıyorlardı. Bu ise Hatay’ın
Mozaik dokusuna uyumlu bir tabloydu.
Mıho paşa, işgalcilere karşı direniş sembolü olarak bölgemize ait
bizden biridir. Hatay bölgesi bir mozaik dokudur. Farklılıkların barış
coğrafyasıdır. Bin yıllardır insanlar inanç, etnik farklılıklarıyla
barışı tercih etmiş tarihler boyunca tespit edilmiş bir toplu çatışma
olmamıştır. Ne etnik ne inanç açısından tarihte böylesi bir olayın
olmaması, bu bölgenin kapsamlı, derin kültür dokusuyla, uygarlıkların üs
üste binmesi sentezleşerek bu günkü insan topluluklarının kültür
değerlerini ortaklaştırmasıyla çok yakından ilgilidir.
Bu açıdan bakınca Fransızlara karşı ortaya çıkan, tüm etnik ve inanç
farklılıklarına rağmen aynı refleksi gösteren toplulukların bu derin
kültürel sentezlerle beslendikleri açıkça anlaşılmış olur.
KADİM ROMA KENTİ ANTAKYA
Hatay davası, yılları içeren bir süreçten geçti. Bu süreç, Hatay’ın
Türkiye’ye ilhakıyla bir biçim aldı, ama bitmedi. Bu sürecin her bir
kesitinde Araplar kadar, Ermeniler, Kürtler hatta Türklerin de etkin
dayanışma ve kararlılıkla Fransız işgaline ve sonra gelen ilhaka karşı
çıktıklarını görüyoruz. Bütün bunlar, sık sık tekrar ettiğim "kadim Roma
kenti Antakya” algısıyla yakından ilişkilidir. Romalıları işgalci bir
emperyal güç olarak gören ve Antakya tarihinin çok daha eski, insanlığa
ışık saçan uygarlıkların yurdu olduğunu hatırlatan ve bu makalemin ana
konusunu oluşturan Mıho paşanın torunu, değerli dostum Ahmet Göçeri’ye
bir açıdan katılmamak mümkün değildir. Ancak şu cümlelere katılmak
mümkün değil "Allaha şükür biz Hataylılar, Osmanlının
çocuklarından Fatih ve sonrası gibi Romanın halefi değiliz. Devşirme
Rumi değiliz. Romalılar, güzel Hatayımızın Krallıklarını Asuriler gibi
işgal ettiler. Biz Hataylılar Soylu Hurriler, Hattine, Yamhat ve Unqi
medeniyetlerinin çocuklarıyız.” (Ahmet Göçeri 25 Temmuz 2011
iletisi). Bu söylem eksik bir doğrudur ve her eksik gibi hatalıdır.
Çünkü tarih, yadsınmanın yadsınması sürecidir. Irkı köken olarak bizler
tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş biyolojik varlıklarız, ancak
ulusal kimliğimiz, kültürel kimliğimiz, çevre kimliğimiz her zaman bu
derinliklerin adıyla anılmaz; kaldı ki, ırklar teorisinin geçerli bir
teori olup olmadığı tartışma götürür bir teoridir. Bu günün kolektif
kimlikleri, bu derinlikleri özümsemiş, içselleştirerek kendi içinde
sentezleyip bu güne kadar gelebilmiş kültürel var oluşlarla tanımlanır.
Bu tanımlama kendi içinde bütün bu geçmişi de taşır. Bu nedenle, Antakya
kent olarak, yapısal dokusuyla Roma kimliğini taşımasına rağmen, biz
kültürel olarak, insan topluluğunun ilişiklerini düzenleyen unsurlar
itibariyle Antakya’da Arap kimliğini taşırız ya da A. Göçeri dostum gibi
Kürt kimliğini taşır.
Roma, geçmiş tüm uygarlıkları da özümseyen, şehrin ana planı dahil ana
yolları, kesme taş sokak döşemeleri, köprüleri (Yakın bir dönemde
barbarlar yıkmış olsa da) tünelleri, burçları, kaleleri, kiliseleriyle
değişmeden bu güne kadar ulaşan bir uygarlık olması itibariyle, böyle
tanımlamayı daha uygun görüyorum; asalet, tutarlılık, farklılıklarıyla
bir arada yaşama derinlik ve genişliğiyle Antakya bu verileriyle bir
kadim Roma kenti, bir başkent olarak yaşamaya devam ediyor.
Mıho paşa’da bu kent ve çevresinin bir sentezidir, yerlisidir. Bunun
belirtilerini de duygu, düşünce, tepkileriyle üzerinde taşımaktadır.
Mıho paşa üzerine bilgilerimiz sınırlı. Ancak bu konu üzerinde çalışma
yapacak ipuçları pek çoktur. Akrabaları, ilişkileri, mezarı ve onu adım
adım izleyenlerin verebileceği bilgiler yerli yerinde duruyor. Akademik
çabalar, tarihimizin bu önemli şahsiyetini, bu ilk kurşunu sıkacak kadar
yürekli ve kararlı vatansevere hak ettiği ilgiyi er ya da geç
gösterecektir.
Fotoğraf altındaki yazı; "Kuzey Halep yöresinde Fransız işgalcilerine ilk kurşunu sıkan Devrimci mücadele adamı Miho İbo Şaşo. Vefatı 1937 Afrin.
ÜSTADIM M. ALİ ZERKA
Üstad M. Ali Zerka’yı önceki yazılarımda anlattım. Adı sanı çok az
bilinen İskenderun Komünist Partisi (İKP) Merkez Komite üyesi ve aynı
zamanda URUBA Hareketi liderlerinden. Irak Komünist Partisi MK üyesi,
yazar, coğrafyacı, şair, tiyatro senaryosu yazarı ve en önemlisi, en
geniş araştırmayı içeren, belgeleriyle üç cilt "Liva İskenderun Davası üzerine” kitabın yazarı; babam Zeki Ural’ın mücadele arkadaşı. Üstad Mısır/Kahire’de vefat etti 26 Nisan 2006.
Üstad M. Ali Zerka ile Lazkiye’de evimde 1996
Üstad Zerka, Lazkiye’ye her gelişinde, benim Şam’a her inişimde
birlikte olduk. Yazılarımı kitaplarına aldı. Dev Arşivinden çok önemli
belgeleri de bana teslim etti. Sohbetlerimizin bir çek kesitinde
Hatay’ın kozmopolit yapısını ve bunun siyasetteki yerini anlatıp durdu.
Bu sohbetlerde konu sık sık Fransızlara karşı mücadelede Kürtlerin
rolünü anlatırdı. Hatay’daki çok boyutlu mücadeleye Kürtlerin katkıları
ve katılımları hakkında bilgi ve belgeler sundu.
Bu anlatımların, bir gün Mıho Paşayla kesişeceğini hiç bilmiyordum. Bu
konuyla ilgili fotoğraflar da vermişti. Üstad M. Ali Zerka; " Liva
İskenderun, insanlık tarihinin en kadim yerleşim birimlerindendir. Bu
konuda tarihin ilk yerleşim alanı diye bilinen Dimeşk’le (Şam) aynı
kesitlerde uygarlık kurmuş insanların coğrafyasıdır. Bu toprakların
insanı doğadaki renk ve her türden farklılıklar armonisini bilinç altına
yerleştirmiş olarak doğar ve bunu yaşamın her alanında tekrarla
çevresiyle ilişki halinde yeniden üretir durur. 7 uygarlık alanıdır Liva
İskenderun, Roma’yla bu uygarlıklar en doruğuna ulaşır ve bu güne kadar
bu toprakların asaletini, kimliğini, uygarlığın kelime anlamının
sığacağı her şeyi belirlenir. Bu toraklarda insanlar yerlidir. Kökleri,
Finikelilerden de eski toplumsal uygarlık dokularına kadar gider. Bu gen
kültürel olarak kavmi açıdan farklılaşsalar da ortak bir kökün mayası
üzerinde bir potada harmanlaşmışlardır. Liva İskenderun davası gündeme
geldiğinde buna bütün yönleriyle tanık olduk. Özellikle Kürtler bu
mücadelede geniş kitlelerle bizlere katıldı. Fransız işgaline olduğu
kadar, Türk ilhakına da karşı mücadele ettiler. Silahlı birlikler
kurdular, çatışmalara girdiler. Bu coğrafyanın yerlileri, farklılaşmış
etnik, dil ve bir bütün olarak kültürel konumlarına rağmen mücadelede
omuz omuza oldular” diyerek bu sürecin mücadele taraflarına göndermeler yapardı.
Liva İskenderun halkı, tüm farklılıklarıyla İslami
kimliklerini korumak isteyen muhafazakar Türkler, Ermeniler ve Kürtler
kardeşleri Araplarla birlikte, liva İskenderun’un ilhakına yol açacak
1937 Cenevre anlaşmasına karşı protestoda omuz omuza (M.Ali Zerka’nın
fotoğraf altındaki Arapça notu. "Liva İskenderun Davası” c: 2. S291)
Mıho Paşa, bu mücadelede böylesi anlamlı bir yere sahipti. İşgalci
güçlere karşı ortaya konan ortak refleks bu topraklar üzerinde
yaşayanların, derin tarihi algı üzerinde yükselen birliklerine olduğu
kadar, aynı potada harmanlanmış uygarlıklar sürecinin son halkasını
temsil ettiklerine de önemli bir mesajdır.
Bu mücadelede Ermeniler de yerini almıştı. Anadolu’nun tüm renkleri
Hatay davasında kendi ölçeğinde yerini almış ve sürece katılmıştı.
ERMENİLER DE AYNI ZAMAN VE MEKANDA
Aynı dönemde, Kilikya Ermenileri sorununun Hatay’daki boyutları
yaşanıyordu. Direnme onlar için bu alanda Arap ve Kürtlerle omuz omuza
oldular.
Hatay davası, Cumhuriyet içindeki Osmanlının ilk eylemiydi. Hasta adam
nispeten kendine gelmeye başlayınca, kireçlenen çenesini açıp ilk
kaptığı av oldu denebilir.
1930 yıllarının sonlarına doğru, Cumhuriyet Türkiye’si kuruluş
palanındaki aksaklıklarla yüz yüze kaldıkça, Osmanlı yol ve yöntemlerine
başvurarak bu sorunların tasfiye etmeye çalışmıştır; Koçgiri, Şeyh Sait
ve Dersim gibi yoğunluğuyla kitle katliamıyla diğerlerinden farklılaşan
Kürt halk ayaklanmaları 18 civarındadır (1984 ayaklanmasıyla "19 İsyan”
olduğu resmi olarak açıklanır)
"Hatay davası” olarak adlandırılan "Liva İskenderun-Antakya sancağı ve civarı”nın
ilhakına uzanan süreç, Kürt halk ayaklanmalarıyla aynı kesitte
buluşmuştur. Bu güne kadar bu kesişmenin sadece zamandaş olması
itibariyle bir anlam kazandığı, ancak mekan açısından farklı olması
nedeniyle konu birbirinden uzak olarak ele alınmıştır.
Zaman ve mekan açısından aynı anda cereyan eden Kürt ve Arap sorunu
üzerine bu güne kadar, en azından benim okuduğum bir yazı ortaya
çıkmamıştır. Buna ayrıca aynı zaman ve mekan içinde Ermeni sorununu da
eklemeyi gerektirecek tarihsel belgelerin olduğunu belirteceğim.
Arap-Kürt Ermeni sorunlarını zaman ve mekan birliği içinde Hatay’da
birleştirmek tahayyülü bile imkansız gibi bir şeydir.
Ancak gerçekler, bu güne kadar kimse dile getirmemiş olsa da bizlerden
bağımsız olarak orta yerde durmaktadır. Bu makalenin ana konusu Mıho
paşa, Kürtler ve Hatay davası için bir giriş, bir hatırlatma sınırları
içinde olacaktır. Daha çok araştırmayı ve tartışmayı gerektirin bu
konu, ortak ülkemizde özgürlük ve demokrasi süreciyle ilgili önermelere
zemin olabilecek verileri sunabileceğini düşünüyorum. "Anadolu Halklar Kongresi”bu açıdan,
barış içinde bir arada yaşamanın, farklılıklarımızla birer eşit kurucu
olacağı yeni toplum sözleşmesiyle yapılandırılacak siyasal, sosyal
ekonomik ve kültürel yaşantımız için önemli bir platform olabilir.
Konuya girmeden önce, Hatay davası ve Ermeni ilişkisi üzerine bir
hatırlatma yapacağım. Bu konuyu dünyada ilk kez kendi bolgumda
yayınladığım tarihi belgelerle ifade ettim. Bu belge, Polonya asıllı bir
sivil toplum gönüllüsü Leopold Gaszczyk’in, "Danimarkalı Ermeni Dostları” örgütündeki çalışmalarını içeren o zamanın Danimarka karalık divanına sunulmuş bir anı raporudur.
Leopold Gaszczyk’in anı belgesine yazdığım önsözde şunu ifade ettim
"1919-1946 dönemini içeren bu anı belge, üzerinde çok durulan Ermeni
soykırımına farklı bir boyuttan ve zaman kesitinden bakıyor. Bununla
kalmıyor; Hatay davasında halkın tutum ve davranışlarını, iradesini ve
eğilimlerini, Arapları, Ermenileri, Kürtleri hatta Kemalist Türklerin
hangi aklıselimle zulme, baskıya, zorbalığa ve faşizanlığa karşı omuz
omuza duruşlarını dile getiriyor.
Leopold Gaszczyk’nin anı belgesi, Danimarka Krallık Arşivinden temin edilmiştir. Bu arşivlerde şu kayıtlarla yer almaktadır. "Die Sandjak Episode/Leopold Gaszczyk. Rigsarkivet, Danske Armenierevenners Arkiv, 1058, pakke10, 1919-1949. Diverse materiale”
”Anı belgenin yazarı Leopold Gaszczyk Polonyalı bir
sivil toplum gönüllüsüdür. Danimarkalı bir sivil etkinlik adına I. Dünya
savaşı ardından Ülkemizin güney bölgesine gelmiştir. 1922’den itibaren
de Antakya, İskenderun ve Halep arasında insani yardım amacıyla
çalışmış, dönemin sosyal, siyasal olaylarına tanıklık etmiştir. Leopold
Gaszczk, bölgemizde o dönemler "Urfalı kız” diye ünlenen "Danimarkalı Ermeni dostları” örgütü başkanı Karen Jeppe’in
yardımcısıdır. Karen Jeppe’nin sıtmadan ölümü üzerine de (1935),
örgütün başkanlığına getirilmiştir. 1946 yılına kadar da soy kırımından
kurtulabilmiş Ermenilerin yaşama tutunma mücadelesine yardımcı olmuştur.
Bu süreçte, Kilikyalı Ermenilerin İskenderun, Antakya ve havalisine
göçlerinin de canlı tanığıdır.
Ermeni soykırımı üzerine çok şey yazıldı. Anlaşılan daha da çok şey
yazılmalıdır. Bu konuda ortaya çıkmayan çok az şey kaldı. Ancak tarihte
ilk kez Ermeni konusuyla birlikte, Hatay davası ve Arap halkının bu
davadaki acı anıları ortak bir belgede yer aldı.”
Mıho paşa olayı da aynı zaman ve mekanda, 1930’lu yıllarda ve Hatay’da,
Arap Ermeni ve Kürt halkının sorunları içinde gündeme gelmiştir. Dün bu
coğrafyayı birbirine mücadelesiyle bağlayan bu kahramanların torunları
olarak üzerimize düşen önemli sorumluluk, onların çaktığı kıvılcımı gür
bir aleve dönüştürmek olacaktır. Bunu omuz omuza yapmamız ise derin
tarihimizin bu güne taşıdığı ortak mekan ve kültürün üzerinde
başaracağız.
Sonuç;
Makalemi Mıho Paşanın torunu Ahmet Göçeri’nin bu makalenin yazılmasına
yol açan uyarısını burada anmadan geçmeyeceğim. Ahmet Göçeri, bu iletiyi
önce dostum Prof. Özcan Burno’a göndermiş. Sonra, olduğu gibi bana da
iletti. Bir de telefon açarak konu üzerinde bilgi verdi. Böylesi önemli
bir konu, tarihin dile gelmeyen ancak önemli bir kesitine ışık tutan bu
konuyu kısa bir araştırma ardından bu makalede dile getirmek benim için
bir sorumluluktu. Bunu yaptım.
Bu makale, yapacağım daha kapsamlı araştırmalar karşısında devede kulak
bile olmayacaktır. Bu tarih hepimizin tarihidir. Cesurca yüzleşip
eksikliklerimizi gidermemizi bekliyor. Hatay gibi mozaik bir coğrafyada
sadece Arapları yazmak, diğer mücadele kahramanlarını ve topluluklarını
ihmal etmek olamaz; her eksik doğrunun, yanlışa daha yakın olduğunu
bilmeliyiz. Bu sorumlulukla okuduğunuz makaleyi kaleme aldım. Ahmet
Göçeri’ye de teşekkür ederim.
AHMET GÖÇER’İN iLETİSİ
(25 Temmuz 2011)
Selam kardeşim Mihrac.
….
Seninde arkadaşın Ozi Brunoya aşağıdaki düşüncelerimi yazdım.
Seninde bu kunuda düşüncelerini istiyorum. Senin elinde Mıho Paşa ile
ilgili hiç bilgi yokmu? Varsa bana gönderirsen sevinirim.
Xuda Hafız.
"Selam Bırader Özi Bruno.
Kardeşim Mihrac 'ın Babası Bizlerinde Amcasıdır.
Hataylı Kürdler ve Araplar büyüklerini saygıyla anmalı.
Bu bağlamda Zeki amcayı buradan saygı ile anmaktayım.
Hatay meselesinde 1921 Fransız ve Ankara hükümetinin yaptığı
anlaşma dünyalarımızın kararmasına sebep olmuştur. Tayfur Sökmenin Hatay
Cumhurbaşkanı yapılması v.b konular 1921 anlaşmasının bir sonucudur.
Eğerki Mıho Paşa katledilmeseydi, Tayfur Sökmenin hali ne olurdu? Bu
soruların cevabı Tayfur Sökmenin Kitaplarında mevcuttur. T.C tarafından
Hatay ilhak edilemezdi. Hatayın kaderi Mıho Paşanın katledilmesi ile
tamamen değişmiştir.
Sizi tenzih ederim bazı Hataylı arkadaşların bir eksiği şudur;
Hatay meselesine ile ilgili konuya sadece Antakya’daki
Fransızlara karşı verilen mücadele bağlamında bakıyorlar. Ancak
mücadelenin Kürd Dağı, Efrin, Kırıkhan ve Amik ovasındaki Kürd
çetelerinin silahlı mücadelesi var, işin bu boyutunu pek bilmiyorlar
galiba. Silahlı mücadelenin merkezi her zaman Kürd Dağı olmuştur. Hatta
Dersimin Önderi Seyid Rızanın Dış ilişkiler sorumlusu Dr. Nuri
Dersiminin Kırıkhanlı Alevi Kürdler arasındaki çalışmaları Koco Ağa,
M.Ali Göçmenin yararlı çalışmaları dikkate alınmalı.
Sisteme mesafeli olan M.Ali Göçmen ve çevesinin 1971'de maruz
kaldıkları saldırıları hatırlayalım. Kırıkhan 'da Alevidir diye
MHP'lilerin ve Kontr-Gerillanın Kürdlere yapıtığı saldırlar ve Kırıkhan
olayları ilk denemelerdi. Daha sonra Maraş ve Sivas gibi saldırı ve
katliamlara maruz kalındı. Bana göre bu konu yeniden güncellenmeli,
eldeki bilgiler bir araya getirilmeli daha kapsamlı veriler elde edilip
yeni bir tarz oluşturulmalı. Fıratın batısı ile ilgili Doğu ıslahat
planı gibi kanunlar talimnameler v.b dökümanlar elde edilip incelenmeli.
Ancak o zaman Hataylıyı daha iyi kavrar ve anlarız, diye düşünüyorum.
Bırader Bruno Duvarında " Uygarlıklar beşiği kadım Roma kenti
Antakya’nın " diye bir cümle kullanmışsın. Allaha şükür biz Hataylılar,
Osmanlının çocuklarından Fatih ve sonrası gibi Romanın halefi değiliz.
Devşirme Rumi değiliz. Romalılar, güzel Hatayımızın Krallıklarını
Asuriler gibi işgal ettiler.
Biz Hataylılar Soylu Hurriler, Hattine, Yamhat ve Unqi
medeniyetlerinin çocuklarıyız. Hatay bölgesindeki ilk insanlar buraları
yaşam alanına dönüştürenlerdi, İlk Medeniyetler kurulurken bir kısım
krallıklar ve İmparatorluklar da buralarda kuruldu. İlk savaş
arabalarını kullanan Meşhur Mittani Şavaçılarının Kralı Baratama'nın
sarayı Tıl-Allah'tadır (Atçene Höyüğü) (M.Ö1650).
Hatay ismi Hattina'dan gelmektedir. Hitit dilinde Anlamı yeni
gelenler demektir. Bizler geçmişi belli soylu Halklarız. Bize dayatılan
resmi ideolojilerin sömürgeci, ilhakçı aşağılık Tarih tezlerini elimizin
tersi ile itelim. Tarihimize, tüm dini ve kültürel değerlerimize sahip
çıkalım. Bu bahsettiğim medeniyetlerin kanıtları Antakya Müzesinde
vardır.
Başını ağrıttım kusura bakama. Amacım tarih dersi vermek değil.
Zaten, Ben Tarihçi falanda değilim, sadece bir Tarih okuyucusuyum, o
kadar. Ama bizler doğru yerlerde durmak zorundayız. Aksi halde hep
kaybeden oluruz. Oysa bu gün kazanma zamanı.
Hoşçakal...
--------------------------------------------------------------------------------------
MIHO PAŞA
( HATAY DAVASINDA KÜRTLER )
Mihrac Ural
7 Ağustos 2011
|