Irak Kürt hareketinin kısa tarihçesi-1
21 Kasım 2011 Pazartesi
isikfehim@gmail.com Kürt
coğrafyası ilk olarak 1639 Kasr-ı Şirin anlaşması ile ikiye bölündü.
Osmanlı hanedanlığı ile Perslerin ülkesi arasında paylaşılan coğrafya,
1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ikinci ve önemli bir bölünme daha
yaşadı. Bu dönemde birçok ulusa uygulanan hukukun dışında tutulan, onca
mücadele ve kayıplarına rağmen destek görmeyen Kürtler, kendi
kaderlerini tayin etmede de arzulanan adımları atamadı. 1924’teki Lozan
anlaşmasının etkisiyle de, Kürt coğrafyası bu kez dört parçalı bir
coğrafyaya adım attı. Bilindik anlamda Kürdistan sorununun ortaya
çıkması, bu döneme imzasını vuran 1. Dünya Savaşı’nın ürünüdür. 1. Dünya
Savaşı sırasında ağırlıkla Fransa ve İngiltere’nin yaşama geçirmeye
çalıştığı siyasi ve iktisadi hakimiyet hesabı sonrasında Türkiye, İran,
Irak ve Suriye arasında dörde bölünen Kürt coğrafyası, bu duruma tepki
gösteren Kürtlerin yeni baskı ve dayatmalarla karşılaşmasını beraberinde
getirdi. Kürtlerin uluslar arası hukukta tanınmayan bir ulus olarak
Ortadoğu coğrafyasında neredeyse tek halk olarak kalmasının, elbet
Kürtlerin yürüttüğü politikayla ilgisi vardır. Ancak esas ve ağırlıklı
nedenin, emperyalist politik hesap ve dayatmalar olduğu ve bunun başını
da Fransa ve İngiltere’nin, özellikle de İngiltere’nin çektiği açıktır. Kürt
coğrafyasının dörde bölünmesinden sonra, İngiltere ve Fransa’nın
Kürtler üzerinden yürüttüğü politika ağırlıklı olarak Irak ve Suriye’de
yankısını buldu. Fransa, Suriye üzerindeki hakimiyetini uzun yıllar
sürdürdü. Aynı durum İngiltere egemenliğindeki Irak’ta da yaşandı.
Osmanlı’nın parçalanmasından sonra bölgedeki yeni monarşi yönetimlerini
destekleyen emperyalistler, çıkarlarına engel gördükleri Kürtlerin tüm
çıkışlarını bastırmakla da kendilerini yükümlü gördüler. Osmanlı’nın
mirasçısı olarak kendini Kürt coğrafyası üzerinde hak sahibi olarak
gören yeni Türkiye Cumhuriyeti de, bu dönemde bir yandan kendi
kuruluşunu gerçekleştirmek ve uluslar arası tanınma sürecine girmenin
çabalarını sürdürürken, diğer yandan da, özellikle savaş sonrası
dönemde, "masa üzerinde de olsa ne koparsam kardır,” misali diplomatik
faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Yeni Türk devletinin Kürt coğrafyasının
1639 sonrası dönemindeki bölümün tümünü olmasa bile Kürt nüfusunun
önemli bir bölümünü kendi hakimiyeti altına alması ve gelecekte
Kürtlerin mücadelesini önemli oranda olumsuzlaştıracak coğrafya
bölünmesini gerçekleştirmesi, göreceli de olsa bir başarıdır. Ancak daha
sonradan anlaşılıyor ki, hem coğrafyanın önemli bir bölümünün yeni Türk
devletinin hakimiyetine bırakılması, hem de bu dönemde ortaya çıkan
Kürt isyanlarının bastırılmasında Türk devletine sunulan desteğin temel
nedenlerinin başında Musul ve Kerkük, özellikle de Musul meselesi
gelmektedir. 1. Dünya savaşı sonrasında Musul meselesi, Kürt
çıkarlarının aleyhine ve bu arada Türklerin de arzulamadığı bir biçimde,
özellikle İngiliz emperyalizminin lehine bir çözüm sürecine girdi.
Musul başta olmak üzere Irak Kürdistanı’ndaki petrol rezervlerinin
önemli bir bölümünü kendi denetimine alan ve uzun yıllar bu petrolden
aldığı payı kendi kasasına aktaran İngiltere, bu hakimiyetini hukuki
olarak 1958 yılındaki Abdülkerim Kasım darbesine, fiiliyatta ise
neredeyse günümüze kadar sürdürdü. İngiltere’nin bu durumla
bağlantılı geliştirdiği politikaların ekseninde, Kürtlerin zapt-u raptı
yatıyordu. Kürtlerin özellikle Irak Kürdistanı’nda geliştirdiği tüm
ayaklanmaların İngiltere tarafından bastırılması, hatta bu coğrafyadaki
Kürtlere İngiltere kaynaklı katliam boyutunda saldırıların yaşatılması;
daha da ileri giderek yeni Türk devletindeki ve Suriye’deki Kürt
hareketlerinin başarılı olmaması için özel bir çaba geliştirilmesi,
Kürtlerin tüm diplomatik girişimlerinin önünün kesilmesi, tamamen
bölgede yaşama geçirilmeye çalışılan İngiltere ve Fransa kökenli
emperyalist hakimiyet politikalarının bir sonucudur. Kürt tarihi: Ayaklanma, baskı ve zulümle kardeşlik Kürtlere
yönelik geliştirilen bu politikalara karşı Kürtler elbet sessiz
kalmadı; kalamazdılar da... Daha 1. Dünya Savaşı’nın resmi olarak
bitirildiği ilk yıllarda, Kürtler kendi kaderlerini tayin için bölgedeki
hakim güçlere karşı ayaklanmaya başladılar. 1919 yılında Irak
Kürdistanı’nda ayaklanan Şeyh Mahmut Berzenci’nin direnişi, kesintisiz
1931 yılına kadar sürdü. İngiltere hükümetine karşı ayaklanan Berzenci,
Kürtlerin kendi coğrafyalarında kendi egemenliklerini kurmalarını
istiyordu. İngiltere ise bazen anlaşır gibi görünse de, temelde Berzenci
hareketini ve giderek Kürt taleplerinin dillendirmesini yok etmeyi
amaçlıyordu. Bunda başarılı da oldu. Artan İngiliz baskısı,
Berzenci hareketinin alanını daralttı. Yoğun baskı ve tutuklamalar
sonrasında ise Şeyh Mahmut Berzenci 1931 yılında tutuklandı. Berzenci
sorununu çözdüğünü varsayan İngiltere, bu kez Berzenci’ye önemli bir
destek veren Şeyh Ahmet Barzani’ye yöneldi. 1931’in son aylarında Barzan
bölgesine yönelik saldırılarını başlatan İngiltere, Kürt kalkışmasının
önünü kesmeyi, Kürt ulusal hareketinin köklerini kurutmayı amaçlıyordu.
İngiltere’nin bu girişimi, etkisi neredeyse günümüze kadar süren Barzan
Ayaklanması’na neden oldu. Şeyh Ahmet Barzani önderliğindeki ayaklanma,
1932 yılının ilk aylarında başladı. Şeyh Ahmet Barzani, ayaklanmanın en
önemli kurumlarından birinin komutanlığına, ana karargah komutanlığına
genç kardeşi Mele Mustafa Barzani’yi getirdi. Barzan Ayaklanması,
İngiliz emperyalizminin Kürtlere yönelik en büyük saldırısının
başlamasını beraberinde getirdi. Irak Kürdistanı’na yönelik büyük bir
hava saldırısına yönelen İngiltere, birçok Kürdün yaşamını yitirmesine,
yerinden yurdundan olmasına neden oldu. Berzenci hareketinin
bastırılmasından sonra lokal kalan Barzan Ayaklanması, yoğun hava
saldırıları karşısında direnemedi. Şeyh Ahmet Barzani, 1932 yılının
ortalarında Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Ailesi ile birlikte
Türkiye’ye sığınan Şeyh Ahmet Barzani, İngiltere hükümetinin isteği
üzerine 1933 yılında Türk hükümeti tarafından yakalanarak Irak’a teslim
edildi ve İngiltere tarafından Musul’da mecburi ikamete tabi tutuldu.
Ağabeyinin teslim edilmesi üzerine Kuzey’deki aşiretlerin yanına geçerek
Irak’a teslim edilme riskinden kurtulmak isteyen Mele Mustafa Barzani,
bir müddet sonra ağabeyi Şeyh Ahmet’in talebi üzerine kendiliğinden
Musul’a gelerek teslim oldu. Şeyh Ahmet ve Mele Mustafa başta olmak
üzere Barzani ailesinin tümünü kontrol altına alan ve zorunlu ikamete
tabi tutan İngiltere, Kürtleri bastırdığı konusunda emin olunca
Barzanilere yönelik baskılarını da artırdı; zorunlu ikametin şartlarını
ağırlaştırdı. Onları önce Bağdat’a, oradan da Nasıriye’ye sürgün etti.
Barzani’lerin sürgün yaşamı Altınköprü, Kıfri ve Süleymaniye’de devam
etti. Barzani’nin İran yılları 10 yılı aşan
bir süre sürgünde kalmak ve ağır şartlar altında yaşamak zorunda kalan
Barzanilerin bu durumunu, Mele Mustafa Barzani daha fazla kaldıramadı.
Süleymaniye’de Hêvi örgütü ile ilişki kuran Mele Mustafa, 1943 yılında
sürgünde bulunduğu Süleymaniye’den firar ederek İran Kürdistanı’na
geçer. Bu geçişin temelinde, tüm Kürdistan’ı kapsayan büyük bir
ayaklanma vardı. 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı koşulları kendi lehlerine
çevirmek isteyen Kürtlerin savaş batağına yeniden gömülen İngilizlerin
Irak’ta artık eski konumlarında olmamalarının da yarattığı etkiyle tüm
Kürdistan’da ayaklanmayı örgütlemek istemeleri, ağırlıklı olarak
Hêvi’nin planı olsa da, bunu yaşama geçirmede Mustafa Barzani’ye önemli
bir paye veriliyordu. Ayrıca bu ayaklanmanın planlanması döneminde
Mustafa Barzani’nin daha Süleymaniye’de iken bazı Sovyet yetkilileri ile
görüştüğü ve İran’a geçtikten sonra da bazı Sovyet subaylarının İran’da
onu ziyaret ettiği biliniyor. Barzani’nin İran’a geçtiği dönemin
bir diğer özelliği de, Kadı Muhammed önderliğindeki İran Kürt
hareketinin yakaladığı gelişmedir. İran Kürt hareketi bu dönemde
Kürdistan’ın önemli bir bölümünü kendi hakimiyetinde tutuyor; Kadı
Muhammed’in her sözü tüm İran Kürdistanı’nda genel kabul görmektedir.
Bunu bilen Mustafa Barzani, Kadı Muhammed’in kendisini koruyacağından
emindir. Zaten Mustafa Barzani’nin İran’a geçeceğini duyan Kadı Muhammed
de, birçok yere haber bırakarak, Mustafa Barzani’nin korunması ve rahat
etmesi için yardım edilmesini emrediyor. Bu arada bölgede bulunan
Sovyet subayları ile ilişkiye giren Mustafa Barzani’nin, Sovyetler’in
isteği üzerine 1945 yılına kadar yaklaşık 2 yıl boyunca, İngiliz
güçlerinin eline geçmemek için İran Kürdistanı’nın Mirava köyünde
saklandığı da, bilinen diğer bir bilgidir. Sovyet desteğini alan
İran Kürtleri, 22 Ocak 1946’da, Mahabad kentinin Çarçıra Meydanı’nda
Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Cumhuriyet’in
ilanına Mustafa Barzani’de davet edilmişti. Ancak henüz kendisinin bir
görev veya sorumluluğu yoktu. 1946 yılının Mart ayına kadar bekleyen
Mustafa Barzani, Cumhuriyet yöneticilerinin talebi üzerine, 1946 yılının
Mart ayında Mahabad’a geri döndü. Bu dönemde Irak Kürdistanı’nda 1943
ile 1945 arasında küçük çaplı bazı lokal ayaklanmaları yürüten çok
sayıda Barzani aşireti mensubu ile diğer Kürtler de, İran Kürdistanı’na
kaçarak Mahabad bölgesine yerleşmişlerdi. Bunların önemli bir kısmı yeni
Kürt Cumhuriyeti’nin ordu güçlerine katılmıştı. Mahabad Kürt
Cumhuriyeti’nin başına geçen Kadı Muhammed, önemli bir kısmı
Barzanilerden oluşan ordunun başına general rütbesiyle taltif ettiği
Mustafa Barzani’yi getirdi. Mele Mustafa aynı zamanda, birçok aşiretin
yeni Cumhuriyet’e desteğini sağlamada da önemli bir başarı elde etti. Mustafa
Barzani’nin bu dönemden çıkardığı en önemli dersin, Kürt hareketinin
başarıya ulaşmasının yolunun partileşmeden geçtiğini görmesidir. 1945
yılında kurulan İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin (İ-KDP)
yapılanmasını örnek alan Mele Mustafa, 16 Ağustos 1946’da, tüzükteki ilk
adı kuruluştan sonraki ilk kongreye kadar Irak Kürt Demokrat Partisi
olan, I-KDP’yi kurdu. Bu partinin adı daha sonra yapılan tüzük
değişikliği ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi olarak kabul edildi.
|