O gün, sabahın o saatlerinde kurşuna dizilen
yalnızca 33 Kürt köylüsü değildi; 33 candı, 33 umut, 33 sevda, 33
özlem, 33 insan’dı... Bu keyfi katliamın üzerinden tam 68 yıl geçti.
Sefo Deresi, o günden bu yana ‘yasak saha’ ilan edildi. Kurşuna
dizilenlerin kanlı bedenleri kurda kuşa yem edildi.
Bundan tam 68 yıl önce, 28 Temmuz 1943 tarihinde ve tan vaktinde;
Van ili Özalp İlçesi’ne bağlı Xerabesorik, Milanengiz, Runexar ve
Xeretel köylerinden Mîlan aşireti mensubu 33 insan, Sefo Deresi
mevkiinde elleri arkadan bağlanmış ve yere diz çöktürülmüş olarak
kurşuna dizildi. Kurşuna dizilenler arasında yürüyemeyecek kadar
yaşlılar, bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar, askerden izinli gelmiş
nişanlılar vardı. Babayı oğluyla, damadı kayınpederiyle, kardeşi
ağabeyiyle birbirine kalın iplerle bağladılar, çembere aldılar ve dört
bir yandan üzerlerine kurşun yağdırdılar. Haklarında verilmiş bir mahkeme kararı yokken, hepsi de suçsuz ve günahsızken sorgusuz- sualsiz kurşuna dizildiler. O
gün, sabahın o saatlerinde kurşuna dizilen yalnızca 33 Kürt köylüsü
değildi; 33 candı, 33 umut, 33 sevda, 33 özlem, 33 insan’dı... Gözü
dönmüş ırkçılığın yön verdiği bu keyfi katliamın üzerinden tam 68 yıl
geçti. Sefo Deresi, o günden bu yana ‘yasak saha’ ilan edildi. Kurşuna
dizilenlerin kanlı bedenleri kurda kuşa yem edildi. Türkiye Cumhuriyeti devleti, diğer katliamlarla olduğu gibi bu keyfi katliamla da yüzleşmedi. Yüzleşmek
bir yana, köylülerin kurşuna dizilmesi emrini veren dönemin 3’üncü Ordu
Komutanı Orgeneral Mustafa Muğla’nın ‘itibarını iade’ (!) etti. 2004
yılı 6 Mayıs’ında Muğlalı’nın ismini köylüleri kurşuna dizen Özalp
Taburu’na verdi. Türk devleti Kürt’ün katiline kahraman (!) payesi verdi.
Tarih yaşıyor
Sefo
Deresi’nde topluca katledilen ve kanlı bedenleri kurda kuşa yem edilen
33 kişinin yakınları ise bu küstahlığa isyan etti. Acılı birçok aile TC
Savunma Bakanlığı’nı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava etti. Dava
devam ediyor. Türk devleti katliamla yüzleşmediği gibi katilin adının o
kışladan kaldırılmasına da yanaşmıyor. Elbette bu durum bize garip
elmiyor zira, tarih belliğimizde bütün canlılığıyla yaşıyor. Türk
devleti, yoksul Kürt köylülerinin acımasızca kurşuna dizildiği 33 Kurşun
Katliamı’nı da inkar etmişti. Katliama gülünç gerekçeler hazırlamış,
yalan beyanlar almış, uyduruk raporlar yazmış, sahte belgeler
düzenlemişti. Bu uyduruk raporlardan biri de TC Başbakanlık makamının
21 Mayıs 1951 tarihli tezkeresiydi. Buna göre; bu köylüler sınırdaki
gizli geçitleri göstermek amacıyla sınıra götürülmüş ancak, orada
‘kaçmaya teşebbüs etmiş, müfrezenin uyanık davranması üzerine de buna
muvaffak olamadan, karşı taraftan açılan ateşle müfrezenin açtığı ateş
arasında kalarak kamilen imha’ edilmişlerdi. Oysa, Saray Özalp Tabur Komutanı Şükrü Tüter, olaydan bir gün sonra yazdığı raporunda şunları belirtmişti: ‘Bu
şahıslar (köylüler) Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali
komutalarındaki iki müfrezeye ayrılmış ve elleri kolları bağlandıktan
sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle
öldürülmüşlerdi…’ Kaldı ki görgü tanıkları da Süvari Birliği’nin
kurşuna dizmek için yola çıkardığı köylüleri kalın halatlarla birbirine
bağladıklarını söylüyor ve kaçmak bir yana tutsak köylülerin yürümekte
zorlandıklarının altını çizmişti.
İnfaz gerekçesi önceden hazır
Köylüler
yargısız infaz edilmişlerdi. İnfazın gerekçesi ise önceden hazırlanmış,
plan Ankara’da çizilmiş, dönemin Cumhurbaşkanı İnönü, ‘Doğu’nun Aslanı’
ilan ettiği, Teşkilatı Mahsusa’dan yakın arkadaşı, 3’üncü Ordu Komutanı
Orgeneral Muğlalı’yı bu iş için görevlendirmişti. Muğlalı’nın
katliam için seçilmesi tesadüf değildi. Muğlalı özünde devletti. Ermeni
ve Rum katliamlarını gerçekleştirmiş olan ‘Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli
bir üyesiydi. Halk, hak, adalet ve insaniyet karşıtı biriydi.
Dolayısıyla toplu cinayeti ‘en iyi’ (!) o işleyebilirdi. Muğlalı,
İnönü’den aldığı emrin gereğini yerini getirdi. Önce kendisine bağlı
Jitemvari çetesini harekete geçirdi. Çete bölgede birçok provokatif
eyleme girişti. Hırsızlık, soygun, adam kaçırma, cinayet gibi suçlar
işledi.. 33 Kürt köylüsü, çetenin işlediği bu suçların birinden;
‘davar hırsızlığından’ dolayı tutsak edildi. Fakat, tutsak edildikten
sonra suçlamanın içeriği değişti. ‘Hırsızlık’ iddiasıyla tutuklanan
köylülere‚ ‘Rus casusu’ suçlaması yöneltildi! ‘Rus casusu’ oldukları gerekçesiyle de ifadeleri dahi alınmadan hepsi de sorgusuz –sualsiz katledildi. 33
Kurşun Katliamı’nın bir tek amacı vardı; o da Kürt halkına gözdağı
vermekti. Ve, bu Anadolu’daki Osmanlı-Türk egemenliğinin bir
geleneğiydi.
Mavi dağ dumanını kanlara buladılar
Halkın
sevdiği ve saydığı ‘birkaç kişiyi asarak’ ya da ‘kurşuna dizerek’ halkı
sindirmek, ‘devletin resmi siyaseti’ydi. Muğlalı bu gerçeği
yargılandığı mahkemede açıkça itiraf etti. Devletin Kürtleri ‘sistemli
olarak imha’ etmesi gerektiğini ifade etmekten çekinmedi ve ‘Kürtlere
normal ölçüler ve devlet anlayışı içinde yaklaşılması mümkün değildir!’
dedi. Dedik ya; tarih yaşıyor! Tarih ıkrçı zihniyette, inkar ve imha siyasetinde yaşıyor. Öte
yandan tarih bizim görmediğimiz, göremediğimiz ya da görmek
istemediğimiz yerlerde; yüreklerde, bilinçlerde, ağıtlarda, ninnilerde
ve deyişlerde yaşıyor. Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesinde,
öfkesinde ve her fırsatta dışa vurduğu tepkide yaşıyor... Tarih;
Zîlan Deresi’nde, Kutu Deresi’nde, Kasaplar Deresi’nde, toplu mezarlar
ülkesi Kürdistan’ın her yerinde ve Sefo Deresi’nde yaşıyor. Yeni
Özgür Politika, 33 kişinin kurşuna dizildiği Sefo Deresi’nin
fotoğraflarını yayınlayarak bir ilke daha imza atıyor. Geliyê Sefo
üzerindeki sis perdesini aralıyor. Köylüler bundan 68 yıl önce bu derede kurşuna dizildi. Ahmed
Arif’in dediği gibi; ‘O gün orada, ölümü acımasız uyguladılar/ Mavi dağ
dumanını/ ve uyur-uyanık seher yelini/ Kanlara buladılar…’